Pages

30 Nisan 2010 Cuma

Cuz I hate goodbyes.

Cuma, kutsal gün.

Ama ben bugün bile dershaneye gittim, evet. İyi ki de gitmişim ama Erdinç'le hoş bir bağ gelişti aramızda. Adama açıktan açığa kur yaptığım doğru mu? Elbette yalan! (?)

Çocuğun teki de orospu gibi sakız çiğniyordu. İsmi Batuhan'mış. Adına yakışır bir çocuk tip olarak fakat sakız çiğneyişi hiç hoş değildi.

Bir çocuk daha vardı -bu dershanede hiç kız yok mu demeyin, var ama nedense bize yaklaşmıyorlar- ve bu gayet düzgündü. Salı günü tanıştığım moron gibi değildi. En azından bizimle konuşmaya çalışıyordu. Üstelik deli gibi trigonometri çözüyor çocuk, yardım eder artık bize.

Özge'min Özgür'ü bugün de yoktu. Hayal kırıklığına uğradı, bütün sınıfları dolaştık ama yoktu çocuk. Keşke dünkü konsere gitseydik ya, aptallık bizde.

A! Bugün Sanat Tarihi sınavı vardı. Ve tahmin edin ne oldu? Soruları buldu birisi! Evet, sayesinde onu da kurtardık. 2. sınavım 100'dü zaten 40 alsam bile 3 geliyordu ama böylesi daha iyi oldu. Fazla not her zaman iyidir.

Bugün çok uyudum bi' de. Coğrafya dersinde yattım Edebiyatta uyandım. İyi geldi baya. Ve itiraf etmeliyim ki şimdi de uykum geldi biraz. Uyusam mı? Sanane, kime ne?

29 Nisan 2010 Perşembe

You know you're beautiful, beautiful.

Hadi biraz blog yazalım.

Bir çocuğun -isim vermeyeceğim- Formspring'ine bakıyordum kızlar ne kadar gurursuz, Tanrım! Sorulan soruları bir görseniz, hemcinslerimden soğudum. Anonim sormuşlar ama yine de ben olsam çocuğun g.tünü bu kadar kaldıracak sorular sormazdım. Kim ki o? Ayrıca sadece bir kez resmine bakarak aşık olabilir misin? Üstelik çocuk internet aşklarından bu kadar tiksintiyle söz ediyorken. Anlamıyorum hiç. Çocuk mütevazi gibi görünmeye çalışsa da o kadar kasıntı ki, belli oluyor cevaplarından. Gerçi haksızlık etmemek gerek, benim de bu kadar g.tümü kaldıracak hayranlarım olsa, benim de ondan farkım kalmazdı. Hatta daha fazla uçabilirdim de.
Çocuğu o kadar da beğenmediğimi belirtmek istiyorum ama. Nesi var o derece tapılacak, anlamadım? Gözleri güzel.

Benim bir arkadaşım var demi diyor.

Q: Would you rather swim in a pool or the ocean?
A: Yeees. :)


Şoka girdiğim andır. Yorum yok o.o

İnsanları küçümsemeyi, onlarla alay etmeyi seviyorum. Kötü bir şey bu değil mi? Yani bana yapılmasından hoşlanmazdım, ki yapamazlar. Ama bunu durduramıyorum, hobi gibi bir şey. Ve bu yaptıklarım yüzünden cehenneme gidecekmişim, dedikodudan ve insanlarla alay etmekten. Doğru mu ki? Bilemem. Şimdi pek de kafama takmıyorum açıkcası. Niyetim yok ölmeye şimdilik. Ay birazdan ölüyormuşum bi' de apmdhdshg.

Bi' de cennette hayal edemeyeceğimiz muzlar varmış.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Blogdan baya uzak kaldım.
Şöyle içimden gelerek yazamıyorum bir türlü. Sevmedim bu işi.

24 Nisan 2010 Cumartesi

New Story.

Yeni bir hikâye üzerinde çalışıyorum. Uzun zamandır bir hikâyeyi bu denli kurgulamamıştım. Her zaman sadece başını düşünür ve başlardım. Öyle olunca da devamı gelmezdi.
Ama şimdi ne yapacağımı biliyorum.
Giriş bölümü hazır. Olaya girecek, yazacak ve bitireceğim.
Heyecanlıyım tuhaf bir şekilde.
Şans dileyin.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Never say never.

Aşırı yorgunum.

Hiçbir şey yazamayacağım.

Midem bulanıyor ve bu 3. gün.
Hamileyim!

o.o

11 Nisan 2010 Pazar

I'm not your babe, Fernando.

Bugün pazar.
Kendimi berbat hissediyorum, gözlerim yanıyor ve yapmam gereken bir yığın ödev var. En önemlisi de dönem ödevi denen o saçma şey. Cuma günü teslim edilecek ama ben daha başlamadım. Her zamanki gibi son haftaya bıraktım ve korkarım son güne de kalabilir. Sabahlamak istemiyorsam, bir an önce bitirmeliyim.

1 hafta boştuk, sınav falan yoktu. Ama tekrar başladı ve bomba gibi geliyorlar. İkinci sınavlarımın oldukça yüksek olması gerek, önümüzdeki pazar toplantı var ve benden yeteri kadar şikayetçiler zaten.

Dershaneye yazılacağım bugün. İstemiyorum, bırakın beni. Yanıma birini alıp burdan gitmek istiyorum.

Çok iç karartıcı konular bunlar, hoşuma gitmedi.

Alışveriş yapıyorum sürekli ama hâlâ tatmin olmadım aldıklarımdan. Bir sürü şey var daha.

Bir şarkıyı dinledikten sonra uzun süre kafayı taktığımı fark ettim. Durmadan o şarkıyı dinliyorum, sıkılmıyorum da. Normalde bir şarkıyı sonuna kadar bile dinleyemem.

İstediğim hayatı yaşayamıyorum bir türlü. Daha erken diyor herkes de, ben şimdi istiyorum. Önemli olan benim ne zaman istediğim değil mi?

Of çok kötü oldu bu yazı, sevmedim hiç.
Bitsin bari.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Is It Any Wonder?

Ay bugün çok güzel bi' gündü.
Bir sürü resim var ama PhotoShoplamaya çok üşeniyorum, yarına kaldı.

Dönem ödevim de yarına kaldı.

Ayrıca okumam gereken kitap da.

Ve yarın dershaneye gidiyorum, kayıt için.

Yarın uzun bir gün olacak anlaşılan, lanet olsun.

9 Nisan 2010 Cuma

Just me and my poison girl.

Yazmadan geçemeyeceğim bir şey geldi aklıma.

Kimse bana söz vermesin. Sözler vermeyin. Tutamayacağınızı biliyorum. Siz de biliyorsunuz. Hiç gerek yok o yüzden, yanımda kalacaksanız kalın. Ama sakın söz vermeyin, çok pis küfür ediyorum sonra. Hahah.

Rip out the wings of a butterfly.


Şu tiplere bir bakınız. Çok salaklar bence. Yeani.

Kimseye anlatamadığını, öyle bir an geliyor ki tutamıyorsun içinde. Birine ihtiyacın oluyor, seni dinlemesi için. Anlattım. Yaram kanadı önce, biraz ağladım. Ama geçti şimdi. Ağlatttı beni o, gitti. Alamadılar yerini. Almasınlar da, istemem. Neyse, anlattım onu hiç bilmeyen birine. Ve acım dindi.

İçtiğim kahvenin haddi hesabı yok. Gece uyuyamayacağımdan korkuyorum. En nefret ettiğim şeylerden biridir. Bi' de kabusları sevmem, bilirsiniz.

Cuma bugün. Mutluyum baya. Ama yarın da istediğim kadar uyuyamayacağım, erken kalkmam gerek. Sinem'e gideceğim.

KALfest'e gideceğiz bu yaz. Duman varmış. Ben Duman dinlemem aslında, bilen bilir. Benimki tamamen eğlence amaçlı. Kulise girmek, Batu'yla ayaküstü şöööyle bi flört falan. Ay.

Bağlanmaya korkuyorum insanlara. Bağlanırsam eğer, gittiğinde arkasından ağlarım diye korkuyorum. Çünkü herkes gidecek, biliyorum. Gitmem, ne olursa olsun gitmem diyen de. Kendimden biliyorum.

Pek göstermediğim yüzümü biri gördü bu akşam. Bir şeyleri kaybetmişim gibi geldi. O halimi kimse bilmez, hiç kimse. Artık biri biliyor, tuhaf geldi.

Daha fazla yazmak istemiyorum bu akşam.

7 Nisan 2010 Çarşamba

It's a joke. Nobody knows.



Şu şirin kalemlere bir bakın. Çok anlamlılar, çok hoş.
Bugün bol kahkahalı bir gündü. Ve uykulu. Derslerin yarısını uyuyarak, diğer yarısını da gülerek geçirdim. Gülmeyi seviyorum, uyumayı da.
Dinden afaroz edileceğim(?)
Bir şiir paylaşıp bitiriyorum, pek bir şey yazamayacağım bugün.
Sen bana paralel
Ben sana paralel
Paralel paralel
Paralelli
Taralel taralel
Taralelli

6 Nisan 2010 Salı

I need some coffee.


Kahve istiyor canım. Ama aynı zamanda uyumam da gerek. Çok ters bir insan olduğumu çok mu belli ettim?
Ah bir saniye. Çok kıskandım şu anda. Ama gerek yok.
Saçmalamaya başlamamı uykusuzluğuma veriyorum, bir türlü uykumu alamıyorum. Sabah zorlanacağımı bile bile gece geç yatıyorum. Sonra bütün gün sınıfta uyu, alnına iz çıksın. Ne hoş değil mi?
Bugün güzeldi aslında. Özellikle son ders, eğlenceliydi. Felaketle başlasa da, sonunda koruyucu melek unvanını alacağım bir olay oldu. (?)
Bununla ilgili söyleyebileceğim tek şey; Etek ıslatıp, kurutmayı severiz. Neyse. Hiç yazmasam aklım kalacaktı, bu kadar yeter bugünlük.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Welcome Spring.




Bahar geldi tamamen. Kuşlar iyiden iyiye cıvıldamaya başladı. Bu ne neşe? Bok var sanki.

Baharın gelmesine şu açıdan seviniyorum, bahar demek ardından yaz gelecek demek. Ve okulların kapanması. 3 aylık bir tatile gerçekten ihtiyacım var. Bütün bir sene boyunca, sabahın köründe uyanmak çok yorucu. Ben uyandığımda güneş bile tam anlamıyla doğmamış oluyor!

Tatil planları yapmaya başladım şimdiden. Nereye gideceğimi düşünüyorum. Bodrum'a gidebilirim, seviyorum orayı.
Özge'nin yazlığına gideceğim bir de. Orda ne kadar kalırım bilmiyorum. Ona kalsa tüm yaz orda kalmalıyım, ama bütün bir yazı tek bir yerde geçirmek istemiyorum.

Son sınavlara iyi çalışmam gerekiyor, bütünlemeye kalma ihtimalimi düşünemiyorum bile. Bütün yazım boka döner, hiç çekemem.

Bir zamanlar benimdi o. Şimdi olmasa da, benimdi işte.

Özledim demek istiyorum, diyemem. Demeyeceğim.

Bak nerden girdim konuya, nereye geldi. Bırak bu işleri ya.

Çok kıskanç olduğumu dile getirmek istiyorum bir kez daha. Bunu öğrenmeyen kaldı mı? Kıskancım işte, sevdiğim herkesi, herkesten kıskanıyorum. Ölümüne kıskanmak hem de. Yazmak zorunda hissettim kendimi.

Mesajlarımı silmem gerek yine. 4.ooo küsür olmuşlar. -_-

Patasana'yı okumam gerekiyor. Daha almadım bile, lanet olsun.

Uyumaya gidiyorum şimdi, dinlenmem gerek.

4 Nisan 2010 Pazar

Geçerken uğradım.

William Shakespeare'in bütün yazılarını, sonelerini, oyunlarını, sözlerini istiyorum. Hepsini hepsini hepsini. Bir arşiv oluşturmalıyım.





Anne Boleyn.

Cap ou pas cap?

“Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör.
Sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
Ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
Gürültücü bir salağın anlattığı
Ki yoktur hiçbir anlamı.”

William Shakespeare


Büyüdün sen, sorumlulukların var artık. Evlenmelisin, çocukların olmalı. Dur, pes etme! Onlar büyüyecek daha. Ve zamanı geldi, sen öleceksin.

Bu mudur hayat? Birileri senin için seçimler yaptı ve onları yaşadın. Bu mu gerçekten istediğin?
Ben istiyorum ki istediğim yerde, istediğim anda olayım. Yanımda sevdiğim biri olsun. Benimle olmaktan mutlu olan biri. Sorgusuz sualsiz "gel" dediğimde gelsin benimle. Ve o da bana aynısını söylediğinde korkmadan peşinden gideyim.

Bu şehri terk edeyim, çevremdekileri. Arkadaşım dediğin kaç insan gerçekten yanında? İnanıyor musun gerçekten var olduklarına? Her şey yalan bu hayatta. Güvenme gerçekten tanımadığına.

Gitmek istiyorum ben. Fransa'ya. Beni oraya çeken bir şeyler var. Sanki mutluluk orda. Gitmeliyim, gitmeliyim. Ve kalmalıyım orda.

Çok şey istiyorum ben. Hayal ettiğim her şeyi istiyorum. Ama bir şey daha; Bir oyundan ibaret olsun hayat. "Cap ou pas cap?" tadında.

~Bu yazı gizemli okuyucum içindir.

She has no time.

Pazar gününleri ertesi gün okul olduğunun habercisidir. Ki bu da şu an huzursuz olmam için yeterli bir sebep. Okullar ne zaman kapanacak? Hesaplamaya üşendim şimdi. Ama artık bir an önce kapansa iyi olur. 2 gün tatil kesmiyor beni. Tatil bile denmez ya, neyse.
Bir yazı yazmak istiyorum. Hayatım boyunca yazdığım en muhteşem şey olsun. Bir de kitabım olmalı. Olacak.
Kahve istedi canım, en kocamanından. Kokusunu içime çekeyim önce, sonra da bir yudum alayım. Bir kaç saniyelik mutluluk, ne hoş.
Mesaj geldi, duydum. Ama bakmaya üşeniyorum. Ne olacak benim bu halim? Her şeye üşenir oldum.
Bazı insanların beni google translate yerine koyması sinirlerimi bozuyor. Otur kendin çevir, salak.
Ne amaçsız bir yazı oldu bu böyle. Kendimden utandım bir an.
Selena Gomez çok nefret edilesi bir insan. Ediyorum da.
Of. Gizemli okuyucum bana kızacak şimdi. Bu ne boktan bir yazı diye. Haklı da, yalan yok. Onun için olan yazıya da başlayamadım daha.
Bunu bitireyim de ona başlamayı deneyeyim bari. Ne dersiniz?
Olur olur.

2 Nisan 2010 Cuma

Dünyada beni mutlu eden şeylerden biri de, insanların benden nefret etmesidir.
Evet, ben hasta ruhlunun tekiyim.

Bunu yazmasam çıldırabilirdim.
Yazı yazacağım ama korkuyorum.
Yine yayınlayamaz blogger falan. Sinirlenirim bende. Hiç gerek yok şimdi.

1 Nisan 2010 Perşembe

Anne Boleyn, she kept her tin.

Heyya.
Öncelikle belirtmeliyim ki, bu öylesine bir yazıdır. Yani çok sayın gizemli okuyucuma ithaf edeceğim yazı değil. Yine de bunu da okuyup, hoşuna gitmesini umarak, başlıyorum.

Son bir kaç haftadır elime geçen her kitabı okumaya başladım. Böyle yapmak pek yaramadı bana galiba, çok tuhaf şeyler düşünüyorum.
Neyse asıl yazmam gereken şeye gelirsek..

Nasıl bir hayat bu?
Yaşamaktan kasıt ne?
Doğuyoruz, büyüyoruz. Sonra okul başlıyor. Onu okuyoruz, bitiyor. Tam kurtulduk derken çalışma hayatı başlıyor. Bir de evlilik var tabii. Evleniyorsun, çocukların da oluyor, illa ki. Sonra onları büyütüyorsun, okula başlıyorlar, evleniyorlar... Kısır döngü. Ben böyle bir hayat istemiyorum. Yıllardır süregeldiği gibi yaşayıp, aynı şekilde ölmek istemiyorum.
Yatağımda, yanımda çok sevdiğim(?) kocamla mutlu bir şekilde ölmek istemiyorum.
Belki bir tepeden denize, sırf zevk için atlayarak ölmeliyim ben. Ya da çocuk büyüterek değil de, içimdeki hiç büyümemiş çocukla yaşamalıyım.
Ne için varım ben bu hayatta? Sıradan bir şekilde, yaşayıp ölmek için mi?
İstemiyorum.
Çok ünlü birisi olmalıyım ben. Herkes arkamdan konuşmalı, ama bana saygı duymalı. Arkamdan konuştuklarını bileyim. Bileyim ki onların hayatında aslında sürekli benden bahsederek, bana nasıl da imrendiklerini anlayayım. Benim yerimde olmak istediklerini bileyim.
Biliyorum ki bu hayatta istediklerini gerçekleştiremeyen insanlar, hayal ettiklerini yapan birini gördüklerinde onu izler ve onun hakkında konuşurlar. Seyirci olurlar ve kahramanın hikâyesini dinler, anlatırlar.
Ben seyirci olmayacağım.
Seyredileceğim.