Uzun zamandır şöyle adam gibi yazı yazmıyormuşum.
Burdan sana söz gizemli okuyucum, alıntı falan yapmadan, sana özel, uupuzun bir yazı yazacağım.
Bekle beni, dönüşüm harika olacak.
Kendimi çok havalı bir yazar gibi hissettim birden. Yea.
29 Mart 2010 Pazartesi
People always leave..
Özlemek.
Kimleri özlediğimi düşünüp duruyorum şu sıralarda. Kolayca silip atabildiğim insanlardan hangisini özledim? Benim sildiklerim mi yoksa, beni silenleri mi özledim ben?
Sildiğim sadece bir kişi vardı özlediğim. O'nu zaten tam anlamıyla unutmadığımı fark ettim. O yüzden sildiğim birini özlemiş sayılmam bu açıdan.
Gittiyse, tamamen, asla özledim diyemem. Demem. Gurur mu diyorlar buna bilmiyorum ama, diyemem işte. Ne kal diyebildim, ne de özledim. Git derim sadece, istiyorsan git. Ne diyebiliyorum ki ben zaten? Her şeye cesaret edebilirken, bunu söylemeye neden korkuyor dilim?
Şimdi söylesem bazı şeyleri çok mu geç olmuş olur? Çok zaman geçti üstünden. Seneye döndü mü aylar bilmiyorum. Yakınımda o hâlâ, elimi uzatsam dokunurum belki. Ama yapamam. Bu yüzden hep kaybederim, hep giderler.
Ama belki de bana da kal diyemediler. Deseler ben de kalır mıydım bıraktıklarımın yanında? Yoksa umrumda bile olmaz mıydı? Kalmazdım galiba. İşte bu yüzden ben kal diyemem. Bunu kaldıramam çünkü, yediremem kendime. O yüzden bırakırım gitsin.
Bunu yazmamın amacı, bir şeyleri kendime itiraf etmekti. Yazdığıma göre, unutabilirim bunu düşünmeyi.
Kimleri özlediğimi düşünüp duruyorum şu sıralarda. Kolayca silip atabildiğim insanlardan hangisini özledim? Benim sildiklerim mi yoksa, beni silenleri mi özledim ben?
Sildiğim sadece bir kişi vardı özlediğim. O'nu zaten tam anlamıyla unutmadığımı fark ettim. O yüzden sildiğim birini özlemiş sayılmam bu açıdan.
Gittiyse, tamamen, asla özledim diyemem. Demem. Gurur mu diyorlar buna bilmiyorum ama, diyemem işte. Ne kal diyebildim, ne de özledim. Git derim sadece, istiyorsan git. Ne diyebiliyorum ki ben zaten? Her şeye cesaret edebilirken, bunu söylemeye neden korkuyor dilim?
Şimdi söylesem bazı şeyleri çok mu geç olmuş olur? Çok zaman geçti üstünden. Seneye döndü mü aylar bilmiyorum. Yakınımda o hâlâ, elimi uzatsam dokunurum belki. Ama yapamam. Bu yüzden hep kaybederim, hep giderler.
Ama belki de bana da kal diyemediler. Deseler ben de kalır mıydım bıraktıklarımın yanında? Yoksa umrumda bile olmaz mıydı? Kalmazdım galiba. İşte bu yüzden ben kal diyemem. Bunu kaldıramam çünkü, yediremem kendime. O yüzden bırakırım gitsin.
Bunu yazmamın amacı, bir şeyleri kendime itiraf etmekti. Yazdığıma göre, unutabilirim bunu düşünmeyi.
28 Mart 2010 Pazar
25 Mart 2010 Perşembe
If I were a queen...
Bazı insanlara o kadar sinir oluyorum ki. Hani şu "yaa yapmaaaağğğ" diye bağırırken, bakışlarıyla "devam etmeni istiyorum" diyenlerden mesela. Bu benim en yakın arkadaşlarımdan biriyse üstelik, beni daha çok çileden çıkarıyor.
Psikoloji dersi boştu bugün. Ama hemen birini gönderdiler. Edebiyat hocasıymış, sinir oldum.
"Benim dersimde bacak bacak üstüne atılmaz, bilmiyor musun?" dedi ve bir anda fark edip ekledi: "Aa pardon, sen benim öğrencim değildin tabi. Neyse, öğrenmiş oldun."
Çok sinirlendim. Ama kadın cevap vermeme fırsat vermeden herkese bağırmaya başladı. Ona buna sataşıyordu. Asıl bana takmıştı tabii. Özge'yle konuşup gülerken bize döndü ve; "Susun, öndekiler." dedi. Sonra da adımı sordu. Söyleyince de; "Bak ne güzel adın var, adına layık ol." dedi. Bu sabrımı taşıran son şey olmudu ve bacak bacak üstüne attım. "Madem öyle, kraliçeler istedikleri şeyleri yaparlar. Ben de yapacağım." dedim. Bir şey diyemedi.
Yazmam gereken çok şey var ama sinirliyim ve yazmayacağım.
Bu kadar.
Psikoloji dersi boştu bugün. Ama hemen birini gönderdiler. Edebiyat hocasıymış, sinir oldum.
"Benim dersimde bacak bacak üstüne atılmaz, bilmiyor musun?" dedi ve bir anda fark edip ekledi: "Aa pardon, sen benim öğrencim değildin tabi. Neyse, öğrenmiş oldun."
Çok sinirlendim. Ama kadın cevap vermeme fırsat vermeden herkese bağırmaya başladı. Ona buna sataşıyordu. Asıl bana takmıştı tabii. Özge'yle konuşup gülerken bize döndü ve; "Susun, öndekiler." dedi. Sonra da adımı sordu. Söyleyince de; "Bak ne güzel adın var, adına layık ol." dedi. Bu sabrımı taşıran son şey olmudu ve bacak bacak üstüne attım. "Madem öyle, kraliçeler istedikleri şeyleri yaparlar. Ben de yapacağım." dedim. Bir şey diyemedi.
Yazmam gereken çok şey var ama sinirliyim ve yazmayacağım.
Bu kadar.
19 Mart 2010 Cuma
Kızlar, evet.
-Maymundan geldik.
-Peki maymunu kim yaptı?
-O da denizden gelmiş. Tek hücrelilerden.
-Peki tek hücrelileri kim yaptı?
-Uzaydan meteorla düşmüşler.
-Peki o meteorun üzerinde nasıl oluştular?
-Uygun şartlardaki elementlerin birleşmesi ile.
-Peki elementleri kim yaptı?
-Uzayda vardılar zaten.
-Uzay nasıl oluştu?
-Büyük bir patlama ile yoktan var olup genişlemeye başladı.
-Peki, patlayan neydi? Onu oraya kim koydu, kim patlattı? Nasıl patladı? Veya boşluk nereden ortaya çıktı?
Sonsuz sayıda uzayabilecek bir soru dizisi halinde, varoluşun ilk aşamasına ulaşmaya çalışılabilir, ama soruların hiçbir zaman sonu gelmeyecektir. Ucu Tanrı'ya ulaşabilecek soruların sonunda bu kez de, "Tanrı nerden geldi?" sorusu ortaya çıkacaktır. Kızlara güvenmenin de bu kadar çözümsüz bir problem olduğunu ve asla sonu olmayan sorulara kaynak oluşturabileceğini düşünmektedirler.
-Bana güvenmelisin.
-Neden güvenmeliyim?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun?
-Çünkü yanında iyi hissediyorum, mutluyum, güvende hissediyorum.
-Bir gün düşüversem ve bir an zayıf kalsam, seni koruyamayacak durumda olsam, beni sevmeyeceksin demek ki.
-Severim.
-Bunu yaşamadan bilemeyiz öyle değil mi?
-Sözüme güvenmiyor musun?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun? ...
*Alıntıdır.
-Peki maymunu kim yaptı?
-O da denizden gelmiş. Tek hücrelilerden.
-Peki tek hücrelileri kim yaptı?
-Uzaydan meteorla düşmüşler.
-Peki o meteorun üzerinde nasıl oluştular?
-Uygun şartlardaki elementlerin birleşmesi ile.
-Peki elementleri kim yaptı?
-Uzayda vardılar zaten.
-Uzay nasıl oluştu?
-Büyük bir patlama ile yoktan var olup genişlemeye başladı.
-Peki, patlayan neydi? Onu oraya kim koydu, kim patlattı? Nasıl patladı? Veya boşluk nereden ortaya çıktı?
Sonsuz sayıda uzayabilecek bir soru dizisi halinde, varoluşun ilk aşamasına ulaşmaya çalışılabilir, ama soruların hiçbir zaman sonu gelmeyecektir. Ucu Tanrı'ya ulaşabilecek soruların sonunda bu kez de, "Tanrı nerden geldi?" sorusu ortaya çıkacaktır. Kızlara güvenmenin de bu kadar çözümsüz bir problem olduğunu ve asla sonu olmayan sorulara kaynak oluşturabileceğini düşünmektedirler.
-Bana güvenmelisin.
-Neden güvenmeliyim?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun?
-Çünkü yanında iyi hissediyorum, mutluyum, güvende hissediyorum.
-Bir gün düşüversem ve bir an zayıf kalsam, seni koruyamayacak durumda olsam, beni sevmeyeceksin demek ki.
-Severim.
-Bunu yaşamadan bilemeyiz öyle değil mi?
-Sözüme güvenmiyor musun?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun? ...
*Alıntıdır.
16 Mart 2010 Salı
6 Mart 2010 Cumartesi
It's a beautiful day.
Başlıktan da anlaşılacağı gibi, bugün güzel bir gündü. -Dinleyiniz: U2 - Beautiful Day.-
Anlatmaya en başından başlayalım mı?
Sabahın köründe uyandım. Güne kötü başlamış oldum böylece. Neyse ama, en azından kabus görmüyorum artık.
Televizyondu, kahvaltıydı derken 1 saat geçti. Ve ben hâlâ ne giyeceğimi bilmiyordum. Büyük zorluklarla dolabımın karşısına geçtim ve bir kaç dakika öylece baktım. Ve yine bir kaç dakika sonra, yatağımın üstü denenmesi gereken kıyafetlerle dolmuştu. Hiç abartısız tam 1 saat sonra ne giyeceğime karar verdim ve hazırlandım. Saçtı makyajdı derken, yarım saat de öyle gitti. Sonunda hazır hale gelip, evden çıktım.
İlk defa bir yere geç gidip birini bekletmedim. Bu günü tarihe yazın, bu bir ilk gerçekten.
5-8 dk kadar bekledikten sonra, nihayet Sinem göründü. Onu bu miyop gözlerle bile tanıdım. Büyük başarı!
İlk durak Starbucks oldu. Kendimize birer karamelli frappuccino söyledikten sonra, onları beklemeye başladık. Derken yanımızda iki tane "adam" belirdi. Onlar da bir şeyi bekliyorlardı. Biz Sinem'le kafasına tüm jöle kutusunu boşaltmış olan çocuğa gülerken, adını hatırlayamadığım adam bize bakıp sırıttı (Adamın adını nerden mi biliyorum? Çünkü jöle kafa, yanı başında olan adamın adını 4 kez bağırarak söylemişti.) ve "güzel kızlar da bekliyo burda" dedi. Bizim suratlarımız ifadesizleşti ve adamın yüzüne " o.o " şeklinde baktık. Sonra Sinem kıkırdamaya başlayınca ben de kendimi tutamadım ve gülmeye başladım. Aslında o anda adamın kahvelerini başından aşağı dökmem gerekirdi ama, Sinem'le 1 sene sonra görüşmüş olmanın verdiği mayışık his gülmemi sağlıyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında bu kadar gülmemin mantık dışı olduğunu kavrayıp sustum. Frappuccinolar da verilince koltuklara gömüldük.
O 1 senenin bizi hiç değiştirmediğini -birbirimize karşı- asıl o zaman fark ettim. 9 senedir nasılsak, şimdi de öyleyiz. 10. yılda da.
Her neyse, biz her zamanki gibi yüksek sesli bir şekilde gülerken yandaki masaya iki japon kadın oturdu. Onlara"konichiwa" demek için çıldırıyordum. Bu gördüğüm her japona & çinliye demek istediğim bir şeydi. Elimde değil.
Sonra gezdik baya. D&R falan. Bi' ara Kişisel Gelişim bölümündeki kitaplara bile baktım o.o Lan Gençlik diye yazmışlar bi' bölümün başına. Hepsi çocuk kitabı. Heidi falan vardı apmgf.
Neyse uykum geldi benim. Yarın devam ederim artık. Güzel gün *-*
Anlatmaya en başından başlayalım mı?
Sabahın köründe uyandım. Güne kötü başlamış oldum böylece. Neyse ama, en azından kabus görmüyorum artık.
Televizyondu, kahvaltıydı derken 1 saat geçti. Ve ben hâlâ ne giyeceğimi bilmiyordum. Büyük zorluklarla dolabımın karşısına geçtim ve bir kaç dakika öylece baktım. Ve yine bir kaç dakika sonra, yatağımın üstü denenmesi gereken kıyafetlerle dolmuştu. Hiç abartısız tam 1 saat sonra ne giyeceğime karar verdim ve hazırlandım. Saçtı makyajdı derken, yarım saat de öyle gitti. Sonunda hazır hale gelip, evden çıktım.
İlk defa bir yere geç gidip birini bekletmedim. Bu günü tarihe yazın, bu bir ilk gerçekten.
5-8 dk kadar bekledikten sonra, nihayet Sinem göründü. Onu bu miyop gözlerle bile tanıdım. Büyük başarı!
İlk durak Starbucks oldu. Kendimize birer karamelli frappuccino söyledikten sonra, onları beklemeye başladık. Derken yanımızda iki tane "adam" belirdi. Onlar da bir şeyi bekliyorlardı. Biz Sinem'le kafasına tüm jöle kutusunu boşaltmış olan çocuğa gülerken, adını hatırlayamadığım adam bize bakıp sırıttı (Adamın adını nerden mi biliyorum? Çünkü jöle kafa, yanı başında olan adamın adını 4 kez bağırarak söylemişti.) ve "güzel kızlar da bekliyo burda" dedi. Bizim suratlarımız ifadesizleşti ve adamın yüzüne " o.o " şeklinde baktık. Sonra Sinem kıkırdamaya başlayınca ben de kendimi tutamadım ve gülmeye başladım. Aslında o anda adamın kahvelerini başından aşağı dökmem gerekirdi ama, Sinem'le 1 sene sonra görüşmüş olmanın verdiği mayışık his gülmemi sağlıyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında bu kadar gülmemin mantık dışı olduğunu kavrayıp sustum. Frappuccinolar da verilince koltuklara gömüldük.
O 1 senenin bizi hiç değiştirmediğini -birbirimize karşı- asıl o zaman fark ettim. 9 senedir nasılsak, şimdi de öyleyiz. 10. yılda da.
Her neyse, biz her zamanki gibi yüksek sesli bir şekilde gülerken yandaki masaya iki japon kadın oturdu. Onlara"konichiwa" demek için çıldırıyordum. Bu gördüğüm her japona & çinliye demek istediğim bir şeydi. Elimde değil.
Sonra gezdik baya. D&R falan. Bi' ara Kişisel Gelişim bölümündeki kitaplara bile baktım o.o Lan Gençlik diye yazmışlar bi' bölümün başına. Hepsi çocuk kitabı. Heidi falan vardı apmgf.
Neyse uykum geldi benim. Yarın devam ederim artık. Güzel gün *-*
5 Mart 2010 Cuma
Hoş Bir Deney.
Yapılan bir deneyde bir kaç gün karşı cinsten uzak kalmış erkek fareler kullanılmıştır. Erkek fareler dişi fareye yaklaştıkça kuvvetli elektrik şokuna maruz bırakılmışlardır. Bir kaç tekrardan sonra erkek farelere şok verilmemesine rağmen, dişi fareden kaçtıkları görülmüştür.
İşte bunu sevdim.
İşte bunu sevdim.
1 Mart 2010 Pazartesi
Fark ettiğim çok şey var.
Ve ben bugün çok ağladım-çok.
Birazdan yazmam gerek. Kalbim rahatlamadı. Ama buraya değil, hayır.
#Gidiş güzeldi. [Özellikle de içeri giriş, Tanrım! *-*]
#Film güzeldi.
#Çıkış güzeldi.
#Kantinde karşıya bakıp şoka girmek güzeldi.
#Sayın Anders'la bir şeyleri paylaşmak güzeldi.
#Ağlayıp rahatlamak güzeldi.
#Yazmak güzel olacak.
Ve ben bugün çok ağladım-çok.
Birazdan yazmam gerek. Kalbim rahatlamadı. Ama buraya değil, hayır.
#Gidiş güzeldi. [Özellikle de içeri giriş, Tanrım! *-*]
#Film güzeldi.
#Çıkış güzeldi.
#Kantinde karşıya bakıp şoka girmek güzeldi.
#Sayın Anders'la bir şeyleri paylaşmak güzeldi.
#Ağlayıp rahatlamak güzeldi.
#Yazmak güzel olacak.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
