30 Aralık 2010 Perşembe
13 Eylül 2010 Pazartesi
4 Ağustos 2010 Çarşamba
İyi değilim bu aralar. Sorun ne bilmiyorum, anlatamıyorum da. Çöküyorum ama hissediyorum. Duvarlarımdaki çatlaklar büyümeye başladı.
Şu anda televizyonda bir film var ve adam karısını dövüyor...
Bana bir tek kişi yardım edebilir ve onun kim olduğunu bilmek daha büyük acı. Üstünden bi kaç sene geçmiş olması unutturmaya yetmedi. Ölüm gibi bir şey oldu, ama kimse ölmedi.
Oturup ağlarmışım şimdi. Yok! Gider filmimi izlerim toparlarım kendimi. Duvarıma da sıva yaparım, mis.
8 Temmuz 2010 Perşembe
and i will show my face.

4 Temmuz 2010 Pazar
i lost my heart, i burried it to deep.
Seni sevebilecek kadar anlasam.
Ürkmeden dokunsam, elleri soğuk ama;
Ay ışığı teninde parlıyor o mu üşüttü acaba?
Rüzgârı dinlerken sorguladım, istedim ki anlamak.
Sadece sevebilecek kadar yaklaşmak,
Bir yalan söylese de inansam korkmadan, düşünmesem yalan mı söylüyor diye.
Resmine bakmasam peri dediğim alır nereye götürür ilhamımı?
Kolay değil, soluyacak nefesim kalmazdı.
Ben olmasam nerede yaşardı,
Kime bana söylediklerini fısıldardı?
Bensiz kalsa ağlar mıydı?
Unutur gider miydi ya da anılarını.
Ama benimdi, benim kalmalı
Dudakları yalan söylerken, gözleri verse kendini;
Sadece sevebilecek kadar tanısam onları.
27 Haziran 2010 Pazar
where were you?

what a wonderful day!

26 Haziran 2010 Cumartesi
We're young, we're strong!
Yazamadığım zamanlara dönmek istemiyorum!
Neyse ama geçici bu. Yazabiliyorum ben hâlâ. Geçicek, geçmek zorunda!
Mika & RedOne - Kick Ass
12 Haziran 2010 Cumartesi
11 Haziran 2010 Cuma
I was born to hate.
Benim cevabımsa şuydu: "Elbette soğuyabilir. Hatta bir gün fazla bile, 1 dakikada bile soğuyabilir."
Bu cevabın ardından tuhaf bakışlarka karşılaştım.
Evet, hâlâ cevabımın arkasındayım. Tuhaflık ben de mi bilmiyorum ama, çabuk sıkılıyorum. O kişi kim olursa olsun tek bir sözüyle beni kendinden uzaklaştırabilir. Benim onu ne kadar sevdiğim ya da onun beni ne kadar sevdiği hiçbir şey ifade etmez. Bunu bir çok kişiye yaptım ve hiçbiri de bu huyumu bilmezdi gerçekten. Öğrendiklerinde benden nefret ettiler, kaçtılar. Peki bu umurumda oldu mu? Hayır.
Belki üzüldüğümü, yaptıklarımdan pişman olmamı bilmek isterlerdi ama üzgünüm, gerçek böyle değil ve ben yalanlarla yaşamam.
Yücelttiğim bir insanı, bir anda yere çarparım, çarptım da zaten. Bazıları buna satmak diyebilir ve diyenler çok oldu. İsteyen buna satmak diyebilir, umurumda değil. Ben böyleyim.
Tüm bunları öğrendikten sonra gitmek isteyen olursa, istediği yere kadar gidebilir. Kimsenin arkasından ağlayacak değilim, umurumda bile olmaz.
10 Haziran 2010 Perşembe
And I... I'll be OK!
Rüzgâr tenini yalarken hayallerini bir bir havaya savurmak,
Tepende uçan kuşların sana eşlik etmesiyle yürümek, zaman zaman onların kahkahasından korkmak,
Ellerine baktığında sanki dünyayı kucaklayabilirmişsin gibi hissetmek,
Saçların savrulurken dünyada tek olduğunu bilmek,
En sevdiğin şarkıyı dinlerken, sözlerinde kendinden bir parça bulabilmektir mutluluk.
Ve asıl mutluluk yeniden bir yazar gibi düşünebilmektir.
7 Haziran 2010 Pazartesi
I'll die in the clouds above.
Boşluk duygusundan kurtulmak ve yeniden her şeyle yüzleşmek fazlasıyla yorucu ve can yakıcıydı.
Uyandım ve kimse yanımda değildi.
Neler yaşadığını kimse anlayamaz, bilemezken yalnızdın. Buna mahkumdun ve her zaman kendini savunmaya. Sadece kendin için varsın, kimse sen düştüğünde tutmaz ellerinden. Bir tekme de ondan yersin üstelik. En çok güvendiğinden. Ve o zaman bilirsin ki her zaman yalnızsın. Her zaman yalnızdım...
İnançlarını kaybettin. Var mıydı ki önceden deseler ne cevap verirdin? Tutunacak bir şeyler aradığından mıydı inanıyorum dediklerin? Kim görebildi seni gerçekten bugüne kadar? Kim dokundu kabuklarla dolu yaralı kalbine? İnandıkların değil miydi seni bu hale getiren? Öyleyse neden, neden hâlâ ararsın ki birilerini? Neden tutunmak istersin yeniden?
Güç istiyorsan git aynaya bak ve karşına çıkandan al gücünü. Ondan başkası yok senin yanında, inanacaksan ona inan. Tüm günahlarınla sadece ve sadece o kabul eder yardıma muhtaç ellerini.
Savaşıyorum ama kendimi çok yorgun hissediyorum.
Çünkü savaşçı değilsin sen, hiç olmadın. Hep gücünden harcadın, kendinden verdin. Ama şimdi almanın zamanı geldi, kurtar kendini.
Ve artık asla düşünme yanında olabilecekleri. Sen de tamamen gittin.
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Cuz it's true, you're nothing without me.
Bugün nasıl bir gündü?
Ha-ri-ka!
İnsanların canını yakmayı sevdiğim için, harikaydı. Selen ağladı. "Özge! Ben Olgu'ya aşık oldum. Özür dilerim, ama seni kaybetmek istemiyorum. Ben kaltak değilim!"
Son derste uyudum, eve gelirken de yolda uyudum. Yine uyumak istiyorum çünkü dün 5 saat uyumuşum sadece.
Fransızca'dan 70 almam tam bir yıkımdı. Nasıl alabilirim ki o notu? Kağıdımı görmeliyim, kesin eksik topladılar.
Koro çalışması vardı. Her şarkıyı en az 3 kez üst üste söylemek beynimi yumuşattı. Bir de herkes etrafımıza toplanıp yeni dedikoduyu duymak istiyordu. Olayı en az 5 kez anlatmışımdır bugün sanırım.
Çok fazla güldüm bugün bir de. Hem korodayken, hem de geometri dersinde. Kadının çıldırması beni çok güldürüyor. Zavallı şey.
Lütfen, artık düzgün bir şeyler yazmak istiyorum. Ve yazacağım da. İstediğim her şeyi her zaman yapmışımdır.
Şu aralar en sevdiğim iki kelimeyle bitiriyorum bu yazıyı:
mother chucker.
22 Mayıs 2010 Cumartesi
I don't want this moment to ever end.
Biri bitiyor, hemen diğerini alıyorum elime. Üstelik upuzuun bir liste daha var elimde, alınması gerekenlerin. Bir de taktım-mı-tam-takarım felsefem yine devrede. With me dinleyip duruyorum falan. İnsan sıkılmaz mı? Yok, ben sıkılmıyorum. Adam -adam dediğim Deryck Whibley oluyor- başlıyor ya bağırmaya bir de i want you to know diye, deliriyorum orda. Bakışlarınızın tuhaflaştığını hissedebiliyorum. Ama umurumda bile değil.
Chuck Bass aşkım kabardı şu aralar. Bana onu getirin istediğinizi götürün falan diyeceğim nerdeyse. Ya da ne istediğinize bağlı tabi ki. Saçmalamaya başladığımı hissediyorum.
Hayatım tepe taklak oldu. Aslında planlarım vardı ya, onu bitirecektim hani. Bunu yapmama hiç gerek kalmadı. Kendi yaptı, başardı bunu. Temiz ve net bir iş oldu. Biraz can yaktı, ama onunki daha çok yanacak. Yaptıklarını ödeyecek kaltak.
Test çözmem gerekiyor. Ciddi ciddi ders çalışıyorum ben! İnanılmaz olduğu doğru olabilir, geçen gün yemek yapmam da inanılmazdı. Şu aralar inanılmazlarla uğraşıyorum.
Neyse, sıkıldım birden.
16 Mayıs 2010 Pazar
You know you love me.
Jenny şu sıralarda küçük ve ezik bir kız. Blair'ın ayak işlerini yapıyor, ahah.
Chuck seksi.
Nate istenilen bir erkek ama şu aralar sinir bozucu.
Blair muhteşem ve kötü.
Dan şirin.
Vanessa çat orda çat burda.
Eric, saçları berbat.
Falan filan. Sanki bilmiyorsunuz.
Bilseniz de bana ne?
Bu arada sabahları okula gitmek için hazırlanırken, en sevdiğim kısmın saçlarımı yaptığım kısım olduğunu fark ettim. Saçlarımı seviyorum!
xoxo falan apmhgfd.
7 Mayıs 2010 Cuma
3 Mayıs 2010 Pazartesi
Kahve içemiyorum. Neymiş bağımlıymışım. Aslında öyleyim, ben de yeni fark ediyorum.
Şimdi günde en fazla 2 kez kahve içmem gerekiyor. Zamanla bağımlılığımı azaltacağım. Yoksa rehabilitasyona götürecekler. Düşünsenize, uyuşturucu bağımlılarının arasında kahve bağımlısı ben. Şaka gibi. Aslında işe yarardı, alkoliklere zorla kahve içirirdim en azından ayık kalırlardı. Ya da onlar bana likörlü kahve verirlerdi. Vov! İkisi bir arada.
Bu arada DBS'de sınıfta ikinci olmuşum. Şaka gibi.
2 Mayıs 2010 Pazar
Everybody's changing and I don't feel the same.
Bu bencilce sözü sevdim. Ben de her zaman bir şeyleri bencilce istemişimdir. Hep isterim, istediğime sahip olurum genelde. Ama hiçbir zaman bir karşılık vermem.
İnsanları da bencilce isterim ben. Benim olsunlar isterim, sadece benim olsun, benden başkasını sevmesin. Aksi olursa çıldırabilirim bile. Bazen sinir hastası olduğumu düşünüyorum bu yüzden. Psikolojik sorunlarım olmalı.
Bir de "Onu unut, beni düşün." var. Bu da iyi aslında. Düşünülmeyi severim. Herkes beni düşünsün, benimle ilgili hayalleri olsun mesela. Hayalleri olsun diyorum da oturup benimle ilgili fantezi kurmasın şimdi millet apmhgfds.
Bu sözlerin aslı; "Beni dinle ve onu düşünme, unut! Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek?" Romeo & Juliet'ten alınmış bir bölüm.
Romeo da Juliet de salakmış baya. Öyle körü körüne aşk olur mu? Yalan dolan.
Neyse, nerden nereye geldi konu.
Hayat felsefem olsun bu söz bundan sonra benim. Onu unut, beni iste.
~Bu yazı, sözün sahibi olan Taygun Turan'a ithaf edilmiştir.
1 Mayıs 2010 Cumartesi
Like a virgin, you're Madonna.
30 Nisan 2010 Cuma
Cuz I hate goodbyes.
Ama ben bugün bile dershaneye gittim, evet. İyi ki de gitmişim ama Erdinç'le hoş bir bağ gelişti aramızda. Adama açıktan açığa kur yaptığım doğru mu? Elbette yalan! (?)
Çocuğun teki de orospu gibi sakız çiğniyordu. İsmi Batuhan'mış. Adına yakışır bir çocuk tip olarak fakat sakız çiğneyişi hiç hoş değildi.
Bir çocuk daha vardı -bu dershanede hiç kız yok mu demeyin, var ama nedense bize yaklaşmıyorlar- ve bu gayet düzgündü. Salı günü tanıştığım moron gibi değildi. En azından bizimle konuşmaya çalışıyordu. Üstelik deli gibi trigonometri çözüyor çocuk, yardım eder artık bize.
Özge'min Özgür'ü bugün de yoktu. Hayal kırıklığına uğradı, bütün sınıfları dolaştık ama yoktu çocuk. Keşke dünkü konsere gitseydik ya, aptallık bizde.
A! Bugün Sanat Tarihi sınavı vardı. Ve tahmin edin ne oldu? Soruları buldu birisi! Evet, sayesinde onu da kurtardık. 2. sınavım 100'dü zaten 40 alsam bile 3 geliyordu ama böylesi daha iyi oldu. Fazla not her zaman iyidir.
Bugün çok uyudum bi' de. Coğrafya dersinde yattım Edebiyatta uyandım. İyi geldi baya. Ve itiraf etmeliyim ki şimdi de uykum geldi biraz. Uyusam mı? Sanane, kime ne?
29 Nisan 2010 Perşembe
You know you're beautiful, beautiful.
Bir çocuğun -isim vermeyeceğim- Formspring'ine bakıyordum kızlar ne kadar gurursuz, Tanrım! Sorulan soruları bir görseniz, hemcinslerimden soğudum. Anonim sormuşlar ama yine de ben olsam çocuğun g.tünü bu kadar kaldıracak sorular sormazdım. Kim ki o? Ayrıca sadece bir kez resmine bakarak aşık olabilir misin? Üstelik çocuk internet aşklarından bu kadar tiksintiyle söz ediyorken. Anlamıyorum hiç. Çocuk mütevazi gibi görünmeye çalışsa da o kadar kasıntı ki, belli oluyor cevaplarından. Gerçi haksızlık etmemek gerek, benim de bu kadar g.tümü kaldıracak hayranlarım olsa, benim de ondan farkım kalmazdı. Hatta daha fazla uçabilirdim de.
Çocuğu o kadar da beğenmediğimi belirtmek istiyorum ama. Nesi var o derece tapılacak, anlamadım? Gözleri güzel.
Benim bir arkadaşım var demi diyor.
Q: Would you rather swim in a pool or the ocean?
A: Yeees. :)
Şoka girdiğim andır. Yorum yok o.o
İnsanları küçümsemeyi, onlarla alay etmeyi seviyorum. Kötü bir şey bu değil mi? Yani bana yapılmasından hoşlanmazdım, ki yapamazlar. Ama bunu durduramıyorum, hobi gibi bir şey. Ve bu yaptıklarım yüzünden cehenneme gidecekmişim, dedikodudan ve insanlarla alay etmekten. Doğru mu ki? Bilemem. Şimdi pek de kafama takmıyorum açıkcası. Niyetim yok ölmeye şimdilik. Ay birazdan ölüyormuşum bi' de apmdhdshg.
Bi' de cennette hayal edemeyeceğimiz muzlar varmış.
26 Nisan 2010 Pazartesi
24 Nisan 2010 Cumartesi
New Story.
Ama şimdi ne yapacağımı biliyorum.
Giriş bölümü hazır. Olaya girecek, yazacak ve bitireceğim.
Heyecanlıyım tuhaf bir şekilde.
Şans dileyin.
12 Nisan 2010 Pazartesi
11 Nisan 2010 Pazar
I'm not your babe, Fernando.
Kendimi berbat hissediyorum, gözlerim yanıyor ve yapmam gereken bir yığın ödev var. En önemlisi de dönem ödevi denen o saçma şey. Cuma günü teslim edilecek ama ben daha başlamadım. Her zamanki gibi son haftaya bıraktım ve korkarım son güne de kalabilir. Sabahlamak istemiyorsam, bir an önce bitirmeliyim.
1 hafta boştuk, sınav falan yoktu. Ama tekrar başladı ve bomba gibi geliyorlar. İkinci sınavlarımın oldukça yüksek olması gerek, önümüzdeki pazar toplantı var ve benden yeteri kadar şikayetçiler zaten.
Dershaneye yazılacağım bugün. İstemiyorum, bırakın beni. Yanıma birini alıp burdan gitmek istiyorum.
Çok iç karartıcı konular bunlar, hoşuma gitmedi.
Alışveriş yapıyorum sürekli ama hâlâ tatmin olmadım aldıklarımdan. Bir sürü şey var daha.
Bir şarkıyı dinledikten sonra uzun süre kafayı taktığımı fark ettim. Durmadan o şarkıyı dinliyorum, sıkılmıyorum da. Normalde bir şarkıyı sonuna kadar bile dinleyemem.
İstediğim hayatı yaşayamıyorum bir türlü. Daha erken diyor herkes de, ben şimdi istiyorum. Önemli olan benim ne zaman istediğim değil mi?
Of çok kötü oldu bu yazı, sevmedim hiç.
Bitsin bari.
10 Nisan 2010 Cumartesi
Is It Any Wonder?
Bir sürü resim var ama PhotoShoplamaya çok üşeniyorum, yarına kaldı.
Dönem ödevim de yarına kaldı.
Ayrıca okumam gereken kitap da.
Ve yarın dershaneye gidiyorum, kayıt için.
Yarın uzun bir gün olacak anlaşılan, lanet olsun.
9 Nisan 2010 Cuma
Just me and my poison girl.
Kimse bana söz vermesin. Sözler vermeyin. Tutamayacağınızı biliyorum. Siz de biliyorsunuz. Hiç gerek yok o yüzden, yanımda kalacaksanız kalın. Ama sakın söz vermeyin, çok pis küfür ediyorum sonra. Hahah.
Rip out the wings of a butterfly.

Şu tiplere bir bakınız. Çok salaklar bence. Yeani.
Kimseye anlatamadığını, öyle bir an geliyor ki tutamıyorsun içinde. Birine ihtiyacın oluyor, seni dinlemesi için. Anlattım. Yaram kanadı önce, biraz ağladım. Ama geçti şimdi. Ağlatttı beni o, gitti. Alamadılar yerini. Almasınlar da, istemem. Neyse, anlattım onu hiç bilmeyen birine. Ve acım dindi.
İçtiğim kahvenin haddi hesabı yok. Gece uyuyamayacağımdan korkuyorum. En nefret ettiğim şeylerden biridir. Bi' de kabusları sevmem, bilirsiniz.
Cuma bugün. Mutluyum baya. Ama yarın da istediğim kadar uyuyamayacağım, erken kalkmam gerek. Sinem'e gideceğim.
KALfest'e gideceğiz bu yaz. Duman varmış. Ben Duman dinlemem aslında, bilen bilir. Benimki tamamen eğlence amaçlı. Kulise girmek, Batu'yla ayaküstü şöööyle bi flört falan. Ay.
Bağlanmaya korkuyorum insanlara. Bağlanırsam eğer, gittiğinde arkasından ağlarım diye korkuyorum. Çünkü herkes gidecek, biliyorum. Gitmem, ne olursa olsun gitmem diyen de. Kendimden biliyorum.
Pek göstermediğim yüzümü biri gördü bu akşam. Bir şeyleri kaybetmişim gibi geldi. O halimi kimse bilmez, hiç kimse. Artık biri biliyor, tuhaf geldi.
Daha fazla yazmak istemiyorum bu akşam.
7 Nisan 2010 Çarşamba
It's a joke. Nobody knows.

6 Nisan 2010 Salı
I need some coffee.

5 Nisan 2010 Pazartesi
Welcome Spring.

Baharın gelmesine şu açıdan seviniyorum, bahar demek ardından yaz gelecek demek. Ve okulların kapanması. 3 aylık bir tatile gerçekten ihtiyacım var. Bütün bir sene boyunca, sabahın köründe uyanmak çok yorucu. Ben uyandığımda güneş bile tam anlamıyla doğmamış oluyor!
Özge'nin yazlığına gideceğim bir de. Orda ne kadar kalırım bilmiyorum. Ona kalsa tüm yaz orda kalmalıyım, ama bütün bir yazı tek bir yerde geçirmek istemiyorum.
Bir zamanlar benimdi o. Şimdi olmasa da, benimdi işte.
Özledim demek istiyorum, diyemem. Demeyeceğim.
Bak nerden girdim konuya, nereye geldi. Bırak bu işleri ya.
Çok kıskanç olduğumu dile getirmek istiyorum bir kez daha. Bunu öğrenmeyen kaldı mı? Kıskancım işte, sevdiğim herkesi, herkesten kıskanıyorum. Ölümüne kıskanmak hem de. Yazmak zorunda hissettim kendimi.
Mesajlarımı silmem gerek yine. 4.ooo küsür olmuşlar. -_-
Patasana'yı okumam gerekiyor. Daha almadım bile, lanet olsun.
Uyumaya gidiyorum şimdi, dinlenmem gerek.
4 Nisan 2010 Pazar
Geçerken uğradım.
Anne Boleyn.
Cap ou pas cap?
Sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
Ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
Gürültücü bir salağın anlattığı
Ki yoktur hiçbir anlamı.”
William Shakespeare
Büyüdün sen, sorumlulukların var artık. Evlenmelisin, çocukların olmalı. Dur, pes etme! Onlar büyüyecek daha. Ve zamanı geldi, sen öleceksin.
Bu mudur hayat? Birileri senin için seçimler yaptı ve onları yaşadın. Bu mu gerçekten istediğin?
Ben istiyorum ki istediğim yerde, istediğim anda olayım. Yanımda sevdiğim biri olsun. Benimle olmaktan mutlu olan biri. Sorgusuz sualsiz "gel" dediğimde gelsin benimle. Ve o da bana aynısını söylediğinde korkmadan peşinden gideyim.
Bu şehri terk edeyim, çevremdekileri. Arkadaşım dediğin kaç insan gerçekten yanında? İnanıyor musun gerçekten var olduklarına? Her şey yalan bu hayatta. Güvenme gerçekten tanımadığına.
Gitmek istiyorum ben. Fransa'ya. Beni oraya çeken bir şeyler var. Sanki mutluluk orda. Gitmeliyim, gitmeliyim. Ve kalmalıyım orda.
Çok şey istiyorum ben. Hayal ettiğim her şeyi istiyorum. Ama bir şey daha; Bir oyundan ibaret olsun hayat. "Cap ou pas cap?" tadında.
~Bu yazı gizemli okuyucum içindir.
She has no time.
2 Nisan 2010 Cuma
1 Nisan 2010 Perşembe
Anne Boleyn, she kept her tin.
Öncelikle belirtmeliyim ki, bu öylesine bir yazıdır. Yani çok sayın gizemli okuyucuma ithaf edeceğim yazı değil. Yine de bunu da okuyup, hoşuna gitmesini umarak, başlıyorum.
Son bir kaç haftadır elime geçen her kitabı okumaya başladım. Böyle yapmak pek yaramadı bana galiba, çok tuhaf şeyler düşünüyorum.
Neyse asıl yazmam gereken şeye gelirsek..
Nasıl bir hayat bu?
Yaşamaktan kasıt ne?
Doğuyoruz, büyüyoruz. Sonra okul başlıyor. Onu okuyoruz, bitiyor. Tam kurtulduk derken çalışma hayatı başlıyor. Bir de evlilik var tabii. Evleniyorsun, çocukların da oluyor, illa ki. Sonra onları büyütüyorsun, okula başlıyorlar, evleniyorlar... Kısır döngü. Ben böyle bir hayat istemiyorum. Yıllardır süregeldiği gibi yaşayıp, aynı şekilde ölmek istemiyorum.
Yatağımda, yanımda çok sevdiğim(?) kocamla mutlu bir şekilde ölmek istemiyorum.
Belki bir tepeden denize, sırf zevk için atlayarak ölmeliyim ben. Ya da çocuk büyüterek değil de, içimdeki hiç büyümemiş çocukla yaşamalıyım.
Ne için varım ben bu hayatta? Sıradan bir şekilde, yaşayıp ölmek için mi?
İstemiyorum.
Çok ünlü birisi olmalıyım ben. Herkes arkamdan konuşmalı, ama bana saygı duymalı. Arkamdan konuştuklarını bileyim. Bileyim ki onların hayatında aslında sürekli benden bahsederek, bana nasıl da imrendiklerini anlayayım. Benim yerimde olmak istediklerini bileyim.
Biliyorum ki bu hayatta istediklerini gerçekleştiremeyen insanlar, hayal ettiklerini yapan birini gördüklerinde onu izler ve onun hakkında konuşurlar. Seyirci olurlar ve kahramanın hikâyesini dinler, anlatırlar.
Ben seyirci olmayacağım.
Seyredileceğim.
29 Mart 2010 Pazartesi
Kırmızı Başlık o.O
Burdan sana söz gizemli okuyucum, alıntı falan yapmadan, sana özel, uupuzun bir yazı yazacağım.
Bekle beni, dönüşüm harika olacak.
Kendimi çok havalı bir yazar gibi hissettim birden. Yea.
People always leave..
Kimleri özlediğimi düşünüp duruyorum şu sıralarda. Kolayca silip atabildiğim insanlardan hangisini özledim? Benim sildiklerim mi yoksa, beni silenleri mi özledim ben?
Sildiğim sadece bir kişi vardı özlediğim. O'nu zaten tam anlamıyla unutmadığımı fark ettim. O yüzden sildiğim birini özlemiş sayılmam bu açıdan.
Gittiyse, tamamen, asla özledim diyemem. Demem. Gurur mu diyorlar buna bilmiyorum ama, diyemem işte. Ne kal diyebildim, ne de özledim. Git derim sadece, istiyorsan git. Ne diyebiliyorum ki ben zaten? Her şeye cesaret edebilirken, bunu söylemeye neden korkuyor dilim?
Şimdi söylesem bazı şeyleri çok mu geç olmuş olur? Çok zaman geçti üstünden. Seneye döndü mü aylar bilmiyorum. Yakınımda o hâlâ, elimi uzatsam dokunurum belki. Ama yapamam. Bu yüzden hep kaybederim, hep giderler.
Ama belki de bana da kal diyemediler. Deseler ben de kalır mıydım bıraktıklarımın yanında? Yoksa umrumda bile olmaz mıydı? Kalmazdım galiba. İşte bu yüzden ben kal diyemem. Bunu kaldıramam çünkü, yediremem kendime. O yüzden bırakırım gitsin.
Bunu yazmamın amacı, bir şeyleri kendime itiraf etmekti. Yazdığıma göre, unutabilirim bunu düşünmeyi.
28 Mart 2010 Pazar
25 Mart 2010 Perşembe
If I were a queen...
Psikoloji dersi boştu bugün. Ama hemen birini gönderdiler. Edebiyat hocasıymış, sinir oldum.
"Benim dersimde bacak bacak üstüne atılmaz, bilmiyor musun?" dedi ve bir anda fark edip ekledi: "Aa pardon, sen benim öğrencim değildin tabi. Neyse, öğrenmiş oldun."
Çok sinirlendim. Ama kadın cevap vermeme fırsat vermeden herkese bağırmaya başladı. Ona buna sataşıyordu. Asıl bana takmıştı tabii. Özge'yle konuşup gülerken bize döndü ve; "Susun, öndekiler." dedi. Sonra da adımı sordu. Söyleyince de; "Bak ne güzel adın var, adına layık ol." dedi. Bu sabrımı taşıran son şey olmudu ve bacak bacak üstüne attım. "Madem öyle, kraliçeler istedikleri şeyleri yaparlar. Ben de yapacağım." dedim. Bir şey diyemedi.
Yazmam gereken çok şey var ama sinirliyim ve yazmayacağım.
Bu kadar.
19 Mart 2010 Cuma
Kızlar, evet.
-Peki maymunu kim yaptı?
-O da denizden gelmiş. Tek hücrelilerden.
-Peki tek hücrelileri kim yaptı?
-Uzaydan meteorla düşmüşler.
-Peki o meteorun üzerinde nasıl oluştular?
-Uygun şartlardaki elementlerin birleşmesi ile.
-Peki elementleri kim yaptı?
-Uzayda vardılar zaten.
-Uzay nasıl oluştu?
-Büyük bir patlama ile yoktan var olup genişlemeye başladı.
-Peki, patlayan neydi? Onu oraya kim koydu, kim patlattı? Nasıl patladı? Veya boşluk nereden ortaya çıktı?
Sonsuz sayıda uzayabilecek bir soru dizisi halinde, varoluşun ilk aşamasına ulaşmaya çalışılabilir, ama soruların hiçbir zaman sonu gelmeyecektir. Ucu Tanrı'ya ulaşabilecek soruların sonunda bu kez de, "Tanrı nerden geldi?" sorusu ortaya çıkacaktır. Kızlara güvenmenin de bu kadar çözümsüz bir problem olduğunu ve asla sonu olmayan sorulara kaynak oluşturabileceğini düşünmektedirler.
-Bana güvenmelisin.
-Neden güvenmeliyim?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun?
-Çünkü yanında iyi hissediyorum, mutluyum, güvende hissediyorum.
-Bir gün düşüversem ve bir an zayıf kalsam, seni koruyamayacak durumda olsam, beni sevmeyeceksin demek ki.
-Severim.
-Bunu yaşamadan bilemeyiz öyle değil mi?
-Sözüme güvenmiyor musun?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun? ...
*Alıntıdır.
16 Mart 2010 Salı
6 Mart 2010 Cumartesi
It's a beautiful day.
Anlatmaya en başından başlayalım mı?
Sabahın köründe uyandım. Güne kötü başlamış oldum böylece. Neyse ama, en azından kabus görmüyorum artık.
Televizyondu, kahvaltıydı derken 1 saat geçti. Ve ben hâlâ ne giyeceğimi bilmiyordum. Büyük zorluklarla dolabımın karşısına geçtim ve bir kaç dakika öylece baktım. Ve yine bir kaç dakika sonra, yatağımın üstü denenmesi gereken kıyafetlerle dolmuştu. Hiç abartısız tam 1 saat sonra ne giyeceğime karar verdim ve hazırlandım. Saçtı makyajdı derken, yarım saat de öyle gitti. Sonunda hazır hale gelip, evden çıktım.
İlk defa bir yere geç gidip birini bekletmedim. Bu günü tarihe yazın, bu bir ilk gerçekten.
5-8 dk kadar bekledikten sonra, nihayet Sinem göründü. Onu bu miyop gözlerle bile tanıdım. Büyük başarı!
İlk durak Starbucks oldu. Kendimize birer karamelli frappuccino söyledikten sonra, onları beklemeye başladık. Derken yanımızda iki tane "adam" belirdi. Onlar da bir şeyi bekliyorlardı. Biz Sinem'le kafasına tüm jöle kutusunu boşaltmış olan çocuğa gülerken, adını hatırlayamadığım adam bize bakıp sırıttı (Adamın adını nerden mi biliyorum? Çünkü jöle kafa, yanı başında olan adamın adını 4 kez bağırarak söylemişti.) ve "güzel kızlar da bekliyo burda" dedi. Bizim suratlarımız ifadesizleşti ve adamın yüzüne " o.o " şeklinde baktık. Sonra Sinem kıkırdamaya başlayınca ben de kendimi tutamadım ve gülmeye başladım. Aslında o anda adamın kahvelerini başından aşağı dökmem gerekirdi ama, Sinem'le 1 sene sonra görüşmüş olmanın verdiği mayışık his gülmemi sağlıyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında bu kadar gülmemin mantık dışı olduğunu kavrayıp sustum. Frappuccinolar da verilince koltuklara gömüldük.
O 1 senenin bizi hiç değiştirmediğini -birbirimize karşı- asıl o zaman fark ettim. 9 senedir nasılsak, şimdi de öyleyiz. 10. yılda da.
Her neyse, biz her zamanki gibi yüksek sesli bir şekilde gülerken yandaki masaya iki japon kadın oturdu. Onlara"konichiwa" demek için çıldırıyordum. Bu gördüğüm her japona & çinliye demek istediğim bir şeydi. Elimde değil.
Sonra gezdik baya. D&R falan. Bi' ara Kişisel Gelişim bölümündeki kitaplara bile baktım o.o Lan Gençlik diye yazmışlar bi' bölümün başına. Hepsi çocuk kitabı. Heidi falan vardı apmgf.
Neyse uykum geldi benim. Yarın devam ederim artık. Güzel gün *-*
5 Mart 2010 Cuma
Hoş Bir Deney.
İşte bunu sevdim.
1 Mart 2010 Pazartesi
Ve ben bugün çok ağladım-çok.
Birazdan yazmam gerek. Kalbim rahatlamadı. Ama buraya değil, hayır.
#Gidiş güzeldi. [Özellikle de içeri giriş, Tanrım! *-*]
#Film güzeldi.
#Çıkış güzeldi.
#Kantinde karşıya bakıp şoka girmek güzeldi.
#Sayın Anders'la bir şeyleri paylaşmak güzeldi.
#Ağlayıp rahatlamak güzeldi.
#Yazmak güzel olacak.
28 Şubat 2010 Pazar
26 Şubat 2010 Cuma
Sinir~
Nasıl bir ruh hali içindeyim belli değil. Sinirden gerilmiş durumdayım, kediye benzedim tırnaklarımı geçirecek adam arıyorum. [Kedi - Ben ? o.o ]
Sakinim - sakinleştim. HIM! İyi geldi. ~Babe i'll be a flatliner for a heartkiller.
Artık düzgünce yazmaya başlayalım mı?
Çok sıkıcı ve sıradan bir hafta geçirdim. Yani, hemen hemen sıradan desem daha doğru. Mesela dün, servisin tekerleğinin patlaması nedeniyle okula taksiyle gittik. Gittik diyorum, 10 kişi 2 takside. Nasıl sığdık bi' düşün. Rebi moronuyla Ecem tuhafının kucağına oturmak zorunda kaldım. Zaman kötü kolla götü diye mi ne bi' laf vardı da, yapamadık n'apalım.
Daha berbat nasıl yazabilirim? Kullandığım şu dile bir bak! Hiç sevmedim.
Yarın o da mı gelecek? Gelsin mi? Gelme.
Yine sinirlendim. Bu Facebook bana ve sinirlerime iyi gelmiyor. Anlaşıldı.
Yazı yazamıyorum. Biraz okumakta fayda var. Ölü ruhum uyansın. Trigonometrik sadeleştirme yaşadı.
Küs olduğum herkesle barışıyorum. Yani sadece istediklerimle. Hoş değil mi? Ben artık özgürüm çünkü. Kimse kısıtlayamaz. İstediğimle olurum, nokta.
Ruh Hali Müziği : HIM - Beautiful.
20 Şubat 2010 Cumartesi
16 Şubat 2010 Salı
Time to say goodbye.
Mutluyum.
Belki de ihtiyacım olan tek şey buydu.
Ve artık oldu.
14 Şubat 2010 Pazar
Ruby Ruby Ruby Ruby - Know what your doing, doing to me?
Değişikliklerimle yeniden karşındayım blog. Yeni bir isim, yeni bir saç, yeni bir ben.
Bazı insanlar umrumda olmamasına rağmen, hâlâ onlara değer veriyormuş gibi gözükmek çok sinir bozucu. Hayır, onu üzdüğümden değil. Ben çok sıkıldım ve kendime karşı rol yapmak midemi bulandırıyor artık.
Uyku problemlerim var, geceleri uyuyamıyorum. Sabahları da uyanmak zor geliyor.
Dün gece çok saçma bir şey yaşadım. Uyuyordum, uyandım. Evet, buraya kadar her şey normal. Ama birden doğrulup kendi kendime konuşmaya başladım ve ardından bir küfür savurup yattım. Başım yastığa değdiği an uyumuşum o.o
Artık kendimden şüpheleniyorum. Ne tuhaf bir insan oldum çıktım ben böyle sdfghjk.
Sinem gizemli şeyler yazdığımı söyledi. Nasıl yani merak ettim o.o
Telefonumun şarjı bitti -.-
Ve şarj aletimi bulamıyorum -.-
Ha, şarj demişken. Şarjı şarz diye okuyanlardan nefret ediyorum.
Bütün perdeleri kapatıp, odanın kapısını da kapatıp, karanlıkta -ya da loş bir ışıkta- blog yazmayı seviyorum.
Telefonda konuşurken bana bir haller oluyor. Götümün üstüne oturamıyorum kesinlikle. Ya ayakta bir o yana bir bu yana gezinmeliyim ya da uzanıp ayaklarımı duvara yaslamalıyım vs. Aksi taktirde bacaklarım harekete geçiyor o.o
Bu ne biçim bir hafta sonu blog? Çok sıkıcı bir kere. Sıcak bir de. Bütün gün laptopın başında olmak da ayrı bir işkence ama başka ne yapabilirim ki? Otur ders çalış falan demeyeceksin herhalde? Desen de yapmam çünkü, sanane hıh.
Kalemlerim bitti. Sinir -.- Hemen çıkıp almam lazım.
Bi dk. Şarjı taktım kafaya. Bulmam lazım.
Buldum! Ah Tanrım, neyse ki!
Hemen taktım telefonceyizimi şarja. Ben meşgul bir insanım yani, ararlar ulaşamazlar, üzülürler.
Bugün çok saçmaladım, onu fark ettim. Ama yazdıkça yazasım geliyor, bu iyi bir durum. Çenemin düşmesini seviyorum.
Bu ne miskinlik, bu ne üşengeçlik. Susadım ama kalkıp gitmeye üşeniyorum. Şimdi burdan kalkacağım da, mutfağa gideceğim de, bozdolabını açıp soğuk suyu alıp bardağa döküp içeceğim de.. Hiç yani hiç.
Şarkı söyleyelim mi? Hadi gençler! asdfghjkl
Sıkıldım ben. Yazmak istemiyorum artık.
Görüşürüz sonra. Beelki.
Dinleyiniz : Kaiser Chiefs - Ruby.
12 Şubat 2010 Cuma
And every, everything isn't only.
Tamamen özgürüm.
29 Ocak 2010 Cuma
Nefes Bile Almadan ..
İlk, en yakın..
Sıcaklığını hissettiğim belki de en gerçek andı bu.
Kalp atışlarını duyuyorum ..
Göz bebeklerin titriyor karşımda. Kirpiklerin ok olmuş, kalbime saplanıyor.
Karşımdasın ..
Hiç bu kadar yakın olmamıştık. Sanki içimdesin.
Dudakların kurumuş , görüyorum. Pul pul olmuş, diken gibi ayakta duruyorlar.
Biraz daha yaklaşsam sana, hayat verebilirim sanki onlara, öpücüğümle. Ama yapmıyorum. Yapamıyorum. Yakınımdasın ama uzaksın çünkü. Cesaret edemiyorum sana dokunmaya, dokunulmazımsın ..
Gözlerin daha önce hiç bu kadar uzaklara dalmamıştı. Görmüyor gibisin beni ..
Söylemek istediklerim, bir yumru olup takılıyor boğazıma. Konuşamıyorum karşında, nefesim kesiliyor. Bakıyorum sadece sana, n e f e s b i l e a l m a d a n ..
Kalbim benden uzaklaşmış, yüzüne odaklanmış. Her bir noktanı ezberliyor sanki. Duyuyorum kalbimin sesini, adını fısıldıyor. Hayran sana o, kim ne derse desin, vazgeçmiyor.
Baksana .. Görsene beni, bakışlarındayım. Bakışlarının tam ucundayım.
Nefesindeyim ..
Nefesimdesin ..
Bakıyorum sana, sonsuz gibi sanki o an. Bitmiyor. Dondu her şey, sadece sen varsın. Bakışların var. Güzelliğin var. Kimseye değil, bana ait. Ama bilmiyorsun ..
Seninleyim ben, yanındayım. N e f e s b i l e a l m a d a n ..
B'
15 Ocak 2010 Cuma
MySuperSweetSixteen.




