Pages

30 Aralık 2010 Perşembe

Belki bir gün geri dönerim demişim. Döndüm ama gitmeyeceğimi kimse garanti edemez.
Çünkü people always leave. Yani.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Bi gün sana geri dönebilirim blogger.
Hani eskilerime geri dönme takıntım başlarsa. Beklersen beni dönerim lan.
Sakın gitme.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Bazen delirdiğim oluyor.
Evet; bu bi' itiraftı. Şimdi gidin.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Burayı iyice boşladım, biliyorum. Ama gelip de yazamadığımdan yakınmaktan başka ne geliyor ki elimden? Şimdi de geldim ve aynısını yapacağım. Bencilliğe bak, yakın yakın git.

İyi değilim bu aralar. Sorun ne bilmiyorum, anlatamıyorum da. Çöküyorum ama hissediyorum. Duvarlarımdaki çatlaklar büyümeye başladı.

Şu anda televizyonda bir film var ve adam karısını dövüyor...

Bana bir tek kişi yardım edebilir ve onun kim olduğunu bilmek daha büyük acı. Üstünden bi kaç sene geçmiş olması unutturmaya yetmedi. Ölüm gibi bir şey oldu, ama kimse ölmedi.

Oturup ağlarmışım şimdi. Yok! Gider filmimi izlerim toparlarım kendimi. Duvarıma da sıva yaparım, mis.

8 Temmuz 2010 Perşembe

and i will show my face.


Neden yazamadığımı bugün fark ettim, evet.
İnsanların bir şeyleri yazabilmesi için bir şeyleri yaşaması gerekiyor. Yaşadığım ne var şimdi?
Mutlu muyum? Gülüşlerim sahte.
Yorgunum ve hiçbir şey yok elimde.

Birileri devamlı gülerken kahkahalarımı gizleyemesem de; gerçek değil benimkiler. Uçtu kahkahalarım aylar önce.
Bugün mutlu değilim ve kıskanıyorum gerçekten gülenleri.
Ama soruyorum kendime, gerçek gülüşleri olan kalmış mıdır ki?

En çok kimi özledim, bilmiyorum.
Silip attım, geri dönemedim.
Kendi kurallarıma kendim yeniliyorum, duvarlarım kalınlaştı.
Ne yıkacak gücüm var ne de yok sayacak.

Eğer bana inanırsan tanımıyorsun demektir,
Ya da çok iyi tanımışsın; kalbimi görmüşsün.
Hangisine inanıyorsun, gerçekte kimim?
Sana gülen yüzüm mü yoksa ağlar mı kalbim?

Oku ve unut, silinsin aklından bu hikâye;
Ve inanmaya devam et bana, sahte maskelerime.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

"Nasıl vurdun kafanı küt diye mi?"

"Hayır."

"Küüt diye mi?"

"Hayır, dan!"

4 Temmuz 2010 Pazar

i lost my heart, i burried it to deep.

Yürüyorum yanında ama gerçekten tanısam,
Seni sevebilecek kadar anlasam.

Ürkmeden dokunsam, elleri soğuk ama;
Ay ışığı teninde parlıyor o mu üşüttü acaba?

Rüzgârı dinlerken sorguladım, istedim ki anlamak.
Sadece sevebilecek kadar yaklaşmak,
Bir yalan söylese de inansam korkmadan, düşünmesem yalan mı söylüyor diye.

Resmine bakmasam peri dediğim alır nereye götürür ilhamımı?
Kolay değil, soluyacak nefesim kalmazdı.

Ben olmasam nerede yaşardı,
Kime bana söylediklerini fısıldardı?
Bensiz kalsa ağlar mıydı?
Unutur gider miydi ya da anılarını.

Ama benimdi, benim kalmalı
Dudakları yalan söylerken, gözleri verse kendini;
Sadece sevebilecek kadar tanısam onları.

27 Haziran 2010 Pazar

Yazıdan da tatmin olmadım, içime sinmedi.
BOKA BENZEDİ resmen.

where were you?



i wish i could have you by my side tonight when the sky is burning
i wish i could have you by my side.
.
.
Arayış zordu, her istediğini kolayca elde edemiyordun.
Aslında bu yıllardan beri tam tersiydi, her zaman ne istediysem benim oldu. Ama şimdi, ellerime baktığımda istediğimi göremiyorum...
.
Son sigaramı söndürmemin üstünden sadece on dakika geçmişti. Ve ikincisi için yanıp tutuşuyordu ciğerlerim. Sanki duman yenilgimi alıp götürebilecekmiş gibi.
.
"Nerdesin?" diye fısıldadım gökyüzüne.
.
Hayal ettiğim fısıltı; "Hiçbir şey sorma." dedi. Ne zaman sorgularıma yanıt verdi ki?
.
Gücümü yitiriyorum çünkü yenildim. Tek ihtiyacım olan şey buydu ama umutsuzum. Kayboldum, nerdeyim? Gelmiyorsan artık, geç kaldın. Sadece biraz geç.
.
Biliyorumki sonunda yalnız öleceğim. Herkes yalnız ölür. Hiçbir zaman peri masallarına inanmamam gerekirdi, annemi dinlememeliydim. Her şeyi kaybettim ve benimle olmayacak.
.
.
.
Yıllar boyu yalnız bitmiş bir hikâye, dedi ya yalnız ölür herkes diye.
Kayıp ve bilinçsiz, yerde uzanmış.
Duvarlarını yıkmış.
Masal anlatanların hepsi yanılmış;
Tanrı yüzyıllar önce aşkı sonsuz kazanında yakmış.

what a wonderful day!


Neşem keyfim yerinde! Neden mi?
Bilmiyorum! Dersane bitiyor belki ondandır. Aslında bitmesini hoş karşılamıyorum şu günlerde. Ama yarın bitiyor! Sinirlerim bozuldu.
Ve yine muhteşem bir şeyler yazamadığım için sinirlerim bozuk. 2 kez yazabiliyorsam 20 kez yazamıyorum. Hadi ama, bana ilham veren bir şeyler olmalı.
Şu anda buldum! Naz sayesinde. Seni seviyorum Naz.

26 Haziran 2010 Cumartesi

We're young, we're strong!

Evet, yine olmadı. Yine yazamadım. Milyonlarca şarkı dinledim burayı açtığımdan beri. Hiçbiri yardım etmedi.
Yazamadığım zamanlara dönmek istemiyorum!
Neyse ama geçici bu. Yazabiliyorum ben hâlâ. Geçicek, geçmek zorunda!


Mika & RedOne - Kick Ass
Blogu açtığımda kafamda bir sürü şey vardı yazmak için ama kitlendim. SİKTİR.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Umursamazca yazı yazdığım zamanlar vardı benim ya, hani böyle durup dururken aklımdan geleni. Kurgu falan değil hani. Eee? diyorsunuz şimdi, biliyorum. Hah işte ben o zamanlarımı özledim.
Bu arada; bundan size ne?

11 Haziran 2010 Cuma

I was born to hate.

"Bir insan birinden bir günde soğuyabilir mi?" diye sordu biri -kim hatırlamıyorum- dün.
Benim cevabımsa şuydu: "Elbette soğuyabilir. Hatta bir gün fazla bile, 1 dakikada bile soğuyabilir."
Bu cevabın ardından tuhaf bakışlarka karşılaştım.

Evet, hâlâ cevabımın arkasındayım. Tuhaflık ben de mi bilmiyorum ama, çabuk sıkılıyorum. O kişi kim olursa olsun tek bir sözüyle beni kendinden uzaklaştırabilir. Benim onu ne kadar sevdiğim ya da onun beni ne kadar sevdiği hiçbir şey ifade etmez. Bunu bir çok kişiye yaptım ve hiçbiri de bu huyumu bilmezdi gerçekten. Öğrendiklerinde benden nefret ettiler, kaçtılar. Peki bu umurumda oldu mu? Hayır.
Belki üzüldüğümü, yaptıklarımdan pişman olmamı bilmek isterlerdi ama üzgünüm, gerçek böyle değil ve ben yalanlarla yaşamam.

Yücelttiğim bir insanı, bir anda yere çarparım, çarptım da zaten. Bazıları buna satmak diyebilir ve diyenler çok oldu. İsteyen buna satmak diyebilir, umurumda değil. Ben böyleyim.

Tüm bunları öğrendikten sonra gitmek isteyen olursa, istediği yere kadar gidebilir. Kimsenin arkasından ağlayacak değilim, umurumda bile olmaz.

Ya ya, şimdi de çok umursamazız!

10 Haziran 2010 Perşembe

And I... I'll be OK!

Mutluluk, gökyüzüyle denizin birleşimindeki noktayı özlemle kucaklamaktır. Sanki hiç bilmemişsin gibi.
Rüzgâr tenini yalarken hayallerini bir bir havaya savurmak,
Tepende uçan kuşların sana eşlik etmesiyle yürümek, zaman zaman onların kahkahasından korkmak,
Ellerine baktığında sanki dünyayı kucaklayabilirmişsin gibi hissetmek,
Saçların savrulurken dünyada tek olduğunu bilmek,
En sevdiğin şarkıyı dinlerken, sözlerinde kendinden bir parça bulabilmektir mutluluk.
Ve asıl mutluluk yeniden bir yazar gibi düşünebilmektir.



Ya ya, çok iyimseriz!

7 Haziran 2010 Pazartesi

I'll die in the clouds above.

Uyandım ve gitti.

Boşluk duygusundan kurtulmak ve yeniden her şeyle yüzleşmek fazlasıyla yorucu ve can yakıcıydı.

Uyandım ve kimse yanımda değildi.

Neler yaşadığını kimse anlayamaz, bilemezken yalnızdın. Buna mahkumdun ve her zaman kendini savunmaya. Sadece kendin için varsın, kimse sen düştüğünde tutmaz ellerinden. Bir tekme de ondan yersin üstelik. En çok güvendiğinden. Ve o zaman bilirsin ki her zaman yalnızsın. Her zaman yalnızdım...

İnançlarını kaybettin. Var mıydı ki önceden deseler ne cevap verirdin? Tutunacak bir şeyler aradığından mıydı inanıyorum dediklerin? Kim görebildi seni gerçekten bugüne kadar? Kim dokundu kabuklarla dolu yaralı kalbine? İnandıkların değil miydi seni bu hale getiren? Öyleyse neden, neden hâlâ ararsın ki birilerini? Neden tutunmak istersin yeniden?
Güç istiyorsan git aynaya bak ve karşına çıkandan al gücünü. Ondan başkası yok senin yanında, inanacaksan ona inan. Tüm günahlarınla sadece ve sadece o kabul eder yardıma muhtaç ellerini.

Savaşıyorum ama kendimi çok yorgun hissediyorum.

Çünkü savaşçı değilsin sen, hiç olmadın. Hep gücünden harcadın, kendinden verdin. Ama şimdi almanın zamanı geldi, kurtar kendini.

Ve artık asla düşünme yanında olabilecekleri. Sen de tamamen gittin.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Cuz it's true, you're nothing without me.

Oturup şöyle biraz yazayım dedim. Sizin de bildiğiniz gibi uzun zamandır bu blogta sanatsal yazılar yok. Edebi yani. Hep geyik hep geyik. Dön dolaş aynı şeyleri yazıyorum, siz de sıkıldınız, farkındayım. Ama maalesef bugün de o sanatsal yazılara kavuşamayacaksınız. Yine geyiğimle idare edin, şimdilik.

Bugün nasıl bir gündü?
Ha-ri-ka!
İnsanların canını yakmayı sevdiğim için, harikaydı. Selen ağladı. "Özge! Ben Olgu'ya aşık oldum. Özür dilerim, ama seni kaybetmek istemiyorum. Ben kaltak değilim!"

Son derste uyudum, eve gelirken de yolda uyudum. Yine uyumak istiyorum çünkü dün 5 saat uyumuşum sadece.

Fransızca'dan 70 almam tam bir yıkımdı. Nasıl alabilirim ki o notu? Kağıdımı görmeliyim, kesin eksik topladılar.

Koro çalışması vardı. Her şarkıyı en az 3 kez üst üste söylemek beynimi yumuşattı. Bir de herkes etrafımıza toplanıp yeni dedikoduyu duymak istiyordu. Olayı en az 5 kez anlatmışımdır bugün sanırım.

Çok fazla güldüm bugün bir de. Hem korodayken, hem de geometri dersinde. Kadının çıldırması beni çok güldürüyor. Zavallı şey.

Lütfen, artık düzgün bir şeyler yazmak istiyorum. Ve yazacağım da. İstediğim her şeyi her zaman yapmışımdır.

Şu aralar en sevdiğim iki kelimeyle bitiriyorum bu yazıyı:

mother chucker.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

I don't want this moment to ever end.

Kendimi kitaplara verdim.
Biri bitiyor, hemen diğerini alıyorum elime. Üstelik upuzuun bir liste daha var elimde, alınması gerekenlerin. Bir de taktım-mı-tam-takarım felsefem yine devrede. With me dinleyip duruyorum falan. İnsan sıkılmaz mı? Yok, ben sıkılmıyorum. Adam -adam dediğim Deryck Whibley oluyor- başlıyor ya bağırmaya bir de i want you to know diye, deliriyorum orda. Bakışlarınızın tuhaflaştığını hissedebiliyorum. Ama umurumda bile değil.

Chuck Bass aşkım kabardı şu aralar. Bana onu getirin istediğinizi götürün falan diyeceğim nerdeyse. Ya da ne istediğinize bağlı tabi ki. Saçmalamaya başladığımı hissediyorum.

Hayatım tepe taklak oldu. Aslında planlarım vardı ya, onu bitirecektim hani. Bunu yapmama hiç gerek kalmadı. Kendi yaptı, başardı bunu. Temiz ve net bir iş oldu. Biraz can yaktı, ama onunki daha çok yanacak. Yaptıklarını ödeyecek kaltak.

Test çözmem gerekiyor. Ciddi ciddi ders çalışıyorum ben! İnanılmaz olduğu doğru olabilir, geçen gün yemek yapmam da inanılmazdı. Şu aralar inanılmazlarla uğraşıyorum.

Neyse, sıkıldım birden.

16 Mayıs 2010 Pazar

You know you love me.

Deli gibi Gossip Girl izliyorum. Tekrar yani. Öyle böyle değil ama. Sanırım bugün 1. sezonu bitireceğim. Serena'yı pek sevmezdim ben, şimdi seviyorum. Onu anlamaya başladım sanırım.
Jenny şu sıralarda küçük ve ezik bir kız. Blair'ın ayak işlerini yapıyor, ahah.
Chuck seksi.
Nate istenilen bir erkek ama şu aralar sinir bozucu.
Blair muhteşem ve kötü.
Dan şirin.
Vanessa çat orda çat burda.
Eric, saçları berbat.

Falan filan. Sanki bilmiyorsunuz.
Bilseniz de bana ne?

Bu arada sabahları okula gitmek için hazırlanırken, en sevdiğim kısmın saçlarımı yaptığım kısım olduğunu fark ettim. Saçlarımı seviyorum!

xoxo falan apmhgfd.

7 Mayıs 2010 Cuma

Evdeyim bugün. Nihayet o berbat alarm sesi olmadan uyandım bu sabah.
Okuldan annemi aramışlar. "Begüm gelmedi, haberiniz var mı?" diye. Gelmediysem gelmedim. Sanane ki? Belki okulu kırdım ben, sana ne? Devamsızlık benim değil mi, sanane?
Okulu da asmaya izin yok, şaka gibi. Sinirlendim.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Çikolata istiyorum ve kahve!
Kahve içemiyorum. Neymiş bağımlıymışım. Aslında öyleyim, ben de yeni fark ediyorum.
Şimdi günde en fazla 2 kez kahve içmem gerekiyor. Zamanla bağımlılığımı azaltacağım. Yoksa rehabilitasyona götürecekler. Düşünsenize, uyuşturucu bağımlılarının arasında kahve bağımlısı ben. Şaka gibi. Aslında işe yarardı, alkoliklere zorla kahve içirirdim en azından ayık kalırlardı. Ya da onlar bana likörlü kahve verirlerdi. Vov! İkisi bir arada.

Bu arada DBS'de sınıfta ikinci olmuşum. Şaka gibi.

2 Mayıs 2010 Pazar

Everybody's changing and I don't feel the same.

"Onu unut, beni iste."

Bu bencilce sözü sevdim. Ben de her zaman bir şeyleri bencilce istemişimdir. Hep isterim, istediğime sahip olurum genelde. Ama hiçbir zaman bir karşılık vermem.
İnsanları da bencilce isterim ben. Benim olsunlar isterim, sadece benim olsun, benden başkasını sevmesin. Aksi olursa çıldırabilirim bile. Bazen sinir hastası olduğumu düşünüyorum bu yüzden. Psikolojik sorunlarım olmalı.

Bir de "Onu unut, beni düşün." var. Bu da iyi aslında. Düşünülmeyi severim. Herkes beni düşünsün, benimle ilgili hayalleri olsun mesela. Hayalleri olsun diyorum da oturup benimle ilgili fantezi kurmasın şimdi millet apmhgfds.

Bu sözlerin aslı; "Beni dinle ve onu düşünme, unut! Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek?" Romeo & Juliet'ten alınmış bir bölüm.
Romeo da Juliet de salakmış baya. Öyle körü körüne aşk olur mu? Yalan dolan.

Neyse, nerden nereye geldi konu.
Hayat felsefem olsun bu söz bundan sonra benim. Onu unut, beni iste.



~Bu yazı, sözün sahibi olan Taygun Turan'a ithaf edilmiştir.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

A photo can say a thousand things.

Like a virgin, you're Madonna.

"Birini sevmek için nedenlerin yoksa onu gerçekten seviyorsun demektir."
.
Doğru mudur bu söz? Kendimi ele alarak düşünsem iyi olur.
Kimi gerçekten sevmiş olabilirim? Çıkarlarım olmadan tabiî ki. Dürüst olayım mı biraz? Aslında en başında her zaman bir çıkarım olmuştur. Bir şeyleri hoşuma gitmiştir ve konuşmaya başlamışımdır. Ya da bir beklentim vardır. Herkesin böyle değil midir aslında? Yoksa sadece ondan gerçekten hoşlanarak mı konuşursunuz? Hoşlanmaktan kastım burda bir kızla bir erkek arasında geçen hoşlanma değil.
Zamanla o insanı gerçekten sevebilirim belki. En başta olan, onunla konuşmamı sağlayan o özelliğini unuturum bile. Öyle olmazsa da bırakır giderim zaten. Kolay sıkılan biriyim. Çabuk sevmem ama çabuk unuturum.
Bir de fark ettim ki aslında hep yalnızız. Belki yanında birileri var, ama onlara anlatamadığın şeyler yok mu? Benim var. Her zaman oluyor. Çünkü biliyorum ki anlatırsam bağlanırım tamamen.
Ağlarken neden ağladığımı sorarlar bazen, anlatamam. Sorar anlat diye, nedenini bilmiyorum derim. Ama bilirim aslında, sebepsiz ağlamam ben.
Dünyayı dolaşmak istiyorum bir de. Ama beklemek gerek, yine. Beklemekten nefret ediyorum, her şey için beklemeliyim.
Neyse bekleyelim bakalım, bir bakire gibi.

30 Nisan 2010 Cuma

Cuz I hate goodbyes.

Cuma, kutsal gün.

Ama ben bugün bile dershaneye gittim, evet. İyi ki de gitmişim ama Erdinç'le hoş bir bağ gelişti aramızda. Adama açıktan açığa kur yaptığım doğru mu? Elbette yalan! (?)

Çocuğun teki de orospu gibi sakız çiğniyordu. İsmi Batuhan'mış. Adına yakışır bir çocuk tip olarak fakat sakız çiğneyişi hiç hoş değildi.

Bir çocuk daha vardı -bu dershanede hiç kız yok mu demeyin, var ama nedense bize yaklaşmıyorlar- ve bu gayet düzgündü. Salı günü tanıştığım moron gibi değildi. En azından bizimle konuşmaya çalışıyordu. Üstelik deli gibi trigonometri çözüyor çocuk, yardım eder artık bize.

Özge'min Özgür'ü bugün de yoktu. Hayal kırıklığına uğradı, bütün sınıfları dolaştık ama yoktu çocuk. Keşke dünkü konsere gitseydik ya, aptallık bizde.

A! Bugün Sanat Tarihi sınavı vardı. Ve tahmin edin ne oldu? Soruları buldu birisi! Evet, sayesinde onu da kurtardık. 2. sınavım 100'dü zaten 40 alsam bile 3 geliyordu ama böylesi daha iyi oldu. Fazla not her zaman iyidir.

Bugün çok uyudum bi' de. Coğrafya dersinde yattım Edebiyatta uyandım. İyi geldi baya. Ve itiraf etmeliyim ki şimdi de uykum geldi biraz. Uyusam mı? Sanane, kime ne?

29 Nisan 2010 Perşembe

You know you're beautiful, beautiful.

Hadi biraz blog yazalım.

Bir çocuğun -isim vermeyeceğim- Formspring'ine bakıyordum kızlar ne kadar gurursuz, Tanrım! Sorulan soruları bir görseniz, hemcinslerimden soğudum. Anonim sormuşlar ama yine de ben olsam çocuğun g.tünü bu kadar kaldıracak sorular sormazdım. Kim ki o? Ayrıca sadece bir kez resmine bakarak aşık olabilir misin? Üstelik çocuk internet aşklarından bu kadar tiksintiyle söz ediyorken. Anlamıyorum hiç. Çocuk mütevazi gibi görünmeye çalışsa da o kadar kasıntı ki, belli oluyor cevaplarından. Gerçi haksızlık etmemek gerek, benim de bu kadar g.tümü kaldıracak hayranlarım olsa, benim de ondan farkım kalmazdı. Hatta daha fazla uçabilirdim de.
Çocuğu o kadar da beğenmediğimi belirtmek istiyorum ama. Nesi var o derece tapılacak, anlamadım? Gözleri güzel.

Benim bir arkadaşım var demi diyor.

Q: Would you rather swim in a pool or the ocean?
A: Yeees. :)


Şoka girdiğim andır. Yorum yok o.o

İnsanları küçümsemeyi, onlarla alay etmeyi seviyorum. Kötü bir şey bu değil mi? Yani bana yapılmasından hoşlanmazdım, ki yapamazlar. Ama bunu durduramıyorum, hobi gibi bir şey. Ve bu yaptıklarım yüzünden cehenneme gidecekmişim, dedikodudan ve insanlarla alay etmekten. Doğru mu ki? Bilemem. Şimdi pek de kafama takmıyorum açıkcası. Niyetim yok ölmeye şimdilik. Ay birazdan ölüyormuşum bi' de apmdhdshg.

Bi' de cennette hayal edemeyeceğimiz muzlar varmış.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Blogdan baya uzak kaldım.
Şöyle içimden gelerek yazamıyorum bir türlü. Sevmedim bu işi.

24 Nisan 2010 Cumartesi

New Story.

Yeni bir hikâye üzerinde çalışıyorum. Uzun zamandır bir hikâyeyi bu denli kurgulamamıştım. Her zaman sadece başını düşünür ve başlardım. Öyle olunca da devamı gelmezdi.
Ama şimdi ne yapacağımı biliyorum.
Giriş bölümü hazır. Olaya girecek, yazacak ve bitireceğim.
Heyecanlıyım tuhaf bir şekilde.
Şans dileyin.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Never say never.

Aşırı yorgunum.

Hiçbir şey yazamayacağım.

Midem bulanıyor ve bu 3. gün.
Hamileyim!

o.o

11 Nisan 2010 Pazar

I'm not your babe, Fernando.

Bugün pazar.
Kendimi berbat hissediyorum, gözlerim yanıyor ve yapmam gereken bir yığın ödev var. En önemlisi de dönem ödevi denen o saçma şey. Cuma günü teslim edilecek ama ben daha başlamadım. Her zamanki gibi son haftaya bıraktım ve korkarım son güne de kalabilir. Sabahlamak istemiyorsam, bir an önce bitirmeliyim.

1 hafta boştuk, sınav falan yoktu. Ama tekrar başladı ve bomba gibi geliyorlar. İkinci sınavlarımın oldukça yüksek olması gerek, önümüzdeki pazar toplantı var ve benden yeteri kadar şikayetçiler zaten.

Dershaneye yazılacağım bugün. İstemiyorum, bırakın beni. Yanıma birini alıp burdan gitmek istiyorum.

Çok iç karartıcı konular bunlar, hoşuma gitmedi.

Alışveriş yapıyorum sürekli ama hâlâ tatmin olmadım aldıklarımdan. Bir sürü şey var daha.

Bir şarkıyı dinledikten sonra uzun süre kafayı taktığımı fark ettim. Durmadan o şarkıyı dinliyorum, sıkılmıyorum da. Normalde bir şarkıyı sonuna kadar bile dinleyemem.

İstediğim hayatı yaşayamıyorum bir türlü. Daha erken diyor herkes de, ben şimdi istiyorum. Önemli olan benim ne zaman istediğim değil mi?

Of çok kötü oldu bu yazı, sevmedim hiç.
Bitsin bari.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Is It Any Wonder?

Ay bugün çok güzel bi' gündü.
Bir sürü resim var ama PhotoShoplamaya çok üşeniyorum, yarına kaldı.

Dönem ödevim de yarına kaldı.

Ayrıca okumam gereken kitap da.

Ve yarın dershaneye gidiyorum, kayıt için.

Yarın uzun bir gün olacak anlaşılan, lanet olsun.

9 Nisan 2010 Cuma

Just me and my poison girl.

Yazmadan geçemeyeceğim bir şey geldi aklıma.

Kimse bana söz vermesin. Sözler vermeyin. Tutamayacağınızı biliyorum. Siz de biliyorsunuz. Hiç gerek yok o yüzden, yanımda kalacaksanız kalın. Ama sakın söz vermeyin, çok pis küfür ediyorum sonra. Hahah.

Rip out the wings of a butterfly.


Şu tiplere bir bakınız. Çok salaklar bence. Yeani.

Kimseye anlatamadığını, öyle bir an geliyor ki tutamıyorsun içinde. Birine ihtiyacın oluyor, seni dinlemesi için. Anlattım. Yaram kanadı önce, biraz ağladım. Ama geçti şimdi. Ağlatttı beni o, gitti. Alamadılar yerini. Almasınlar da, istemem. Neyse, anlattım onu hiç bilmeyen birine. Ve acım dindi.

İçtiğim kahvenin haddi hesabı yok. Gece uyuyamayacağımdan korkuyorum. En nefret ettiğim şeylerden biridir. Bi' de kabusları sevmem, bilirsiniz.

Cuma bugün. Mutluyum baya. Ama yarın da istediğim kadar uyuyamayacağım, erken kalkmam gerek. Sinem'e gideceğim.

KALfest'e gideceğiz bu yaz. Duman varmış. Ben Duman dinlemem aslında, bilen bilir. Benimki tamamen eğlence amaçlı. Kulise girmek, Batu'yla ayaküstü şöööyle bi flört falan. Ay.

Bağlanmaya korkuyorum insanlara. Bağlanırsam eğer, gittiğinde arkasından ağlarım diye korkuyorum. Çünkü herkes gidecek, biliyorum. Gitmem, ne olursa olsun gitmem diyen de. Kendimden biliyorum.

Pek göstermediğim yüzümü biri gördü bu akşam. Bir şeyleri kaybetmişim gibi geldi. O halimi kimse bilmez, hiç kimse. Artık biri biliyor, tuhaf geldi.

Daha fazla yazmak istemiyorum bu akşam.

7 Nisan 2010 Çarşamba

It's a joke. Nobody knows.



Şu şirin kalemlere bir bakın. Çok anlamlılar, çok hoş.
Bugün bol kahkahalı bir gündü. Ve uykulu. Derslerin yarısını uyuyarak, diğer yarısını da gülerek geçirdim. Gülmeyi seviyorum, uyumayı da.
Dinden afaroz edileceğim(?)
Bir şiir paylaşıp bitiriyorum, pek bir şey yazamayacağım bugün.
Sen bana paralel
Ben sana paralel
Paralel paralel
Paralelli
Taralel taralel
Taralelli

6 Nisan 2010 Salı

I need some coffee.


Kahve istiyor canım. Ama aynı zamanda uyumam da gerek. Çok ters bir insan olduğumu çok mu belli ettim?
Ah bir saniye. Çok kıskandım şu anda. Ama gerek yok.
Saçmalamaya başlamamı uykusuzluğuma veriyorum, bir türlü uykumu alamıyorum. Sabah zorlanacağımı bile bile gece geç yatıyorum. Sonra bütün gün sınıfta uyu, alnına iz çıksın. Ne hoş değil mi?
Bugün güzeldi aslında. Özellikle son ders, eğlenceliydi. Felaketle başlasa da, sonunda koruyucu melek unvanını alacağım bir olay oldu. (?)
Bununla ilgili söyleyebileceğim tek şey; Etek ıslatıp, kurutmayı severiz. Neyse. Hiç yazmasam aklım kalacaktı, bu kadar yeter bugünlük.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Welcome Spring.




Bahar geldi tamamen. Kuşlar iyiden iyiye cıvıldamaya başladı. Bu ne neşe? Bok var sanki.

Baharın gelmesine şu açıdan seviniyorum, bahar demek ardından yaz gelecek demek. Ve okulların kapanması. 3 aylık bir tatile gerçekten ihtiyacım var. Bütün bir sene boyunca, sabahın köründe uyanmak çok yorucu. Ben uyandığımda güneş bile tam anlamıyla doğmamış oluyor!

Tatil planları yapmaya başladım şimdiden. Nereye gideceğimi düşünüyorum. Bodrum'a gidebilirim, seviyorum orayı.
Özge'nin yazlığına gideceğim bir de. Orda ne kadar kalırım bilmiyorum. Ona kalsa tüm yaz orda kalmalıyım, ama bütün bir yazı tek bir yerde geçirmek istemiyorum.

Son sınavlara iyi çalışmam gerekiyor, bütünlemeye kalma ihtimalimi düşünemiyorum bile. Bütün yazım boka döner, hiç çekemem.

Bir zamanlar benimdi o. Şimdi olmasa da, benimdi işte.

Özledim demek istiyorum, diyemem. Demeyeceğim.

Bak nerden girdim konuya, nereye geldi. Bırak bu işleri ya.

Çok kıskanç olduğumu dile getirmek istiyorum bir kez daha. Bunu öğrenmeyen kaldı mı? Kıskancım işte, sevdiğim herkesi, herkesten kıskanıyorum. Ölümüne kıskanmak hem de. Yazmak zorunda hissettim kendimi.

Mesajlarımı silmem gerek yine. 4.ooo küsür olmuşlar. -_-

Patasana'yı okumam gerekiyor. Daha almadım bile, lanet olsun.

Uyumaya gidiyorum şimdi, dinlenmem gerek.

4 Nisan 2010 Pazar

Geçerken uğradım.

William Shakespeare'in bütün yazılarını, sonelerini, oyunlarını, sözlerini istiyorum. Hepsini hepsini hepsini. Bir arşiv oluşturmalıyım.





Anne Boleyn.

Cap ou pas cap?

“Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör.
Sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
Ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
Gürültücü bir salağın anlattığı
Ki yoktur hiçbir anlamı.”

William Shakespeare


Büyüdün sen, sorumlulukların var artık. Evlenmelisin, çocukların olmalı. Dur, pes etme! Onlar büyüyecek daha. Ve zamanı geldi, sen öleceksin.

Bu mudur hayat? Birileri senin için seçimler yaptı ve onları yaşadın. Bu mu gerçekten istediğin?
Ben istiyorum ki istediğim yerde, istediğim anda olayım. Yanımda sevdiğim biri olsun. Benimle olmaktan mutlu olan biri. Sorgusuz sualsiz "gel" dediğimde gelsin benimle. Ve o da bana aynısını söylediğinde korkmadan peşinden gideyim.

Bu şehri terk edeyim, çevremdekileri. Arkadaşım dediğin kaç insan gerçekten yanında? İnanıyor musun gerçekten var olduklarına? Her şey yalan bu hayatta. Güvenme gerçekten tanımadığına.

Gitmek istiyorum ben. Fransa'ya. Beni oraya çeken bir şeyler var. Sanki mutluluk orda. Gitmeliyim, gitmeliyim. Ve kalmalıyım orda.

Çok şey istiyorum ben. Hayal ettiğim her şeyi istiyorum. Ama bir şey daha; Bir oyundan ibaret olsun hayat. "Cap ou pas cap?" tadında.

~Bu yazı gizemli okuyucum içindir.

She has no time.

Pazar gününleri ertesi gün okul olduğunun habercisidir. Ki bu da şu an huzursuz olmam için yeterli bir sebep. Okullar ne zaman kapanacak? Hesaplamaya üşendim şimdi. Ama artık bir an önce kapansa iyi olur. 2 gün tatil kesmiyor beni. Tatil bile denmez ya, neyse.
Bir yazı yazmak istiyorum. Hayatım boyunca yazdığım en muhteşem şey olsun. Bir de kitabım olmalı. Olacak.
Kahve istedi canım, en kocamanından. Kokusunu içime çekeyim önce, sonra da bir yudum alayım. Bir kaç saniyelik mutluluk, ne hoş.
Mesaj geldi, duydum. Ama bakmaya üşeniyorum. Ne olacak benim bu halim? Her şeye üşenir oldum.
Bazı insanların beni google translate yerine koyması sinirlerimi bozuyor. Otur kendin çevir, salak.
Ne amaçsız bir yazı oldu bu böyle. Kendimden utandım bir an.
Selena Gomez çok nefret edilesi bir insan. Ediyorum da.
Of. Gizemli okuyucum bana kızacak şimdi. Bu ne boktan bir yazı diye. Haklı da, yalan yok. Onun için olan yazıya da başlayamadım daha.
Bunu bitireyim de ona başlamayı deneyeyim bari. Ne dersiniz?
Olur olur.

2 Nisan 2010 Cuma

Dünyada beni mutlu eden şeylerden biri de, insanların benden nefret etmesidir.
Evet, ben hasta ruhlunun tekiyim.

Bunu yazmasam çıldırabilirdim.
Yazı yazacağım ama korkuyorum.
Yine yayınlayamaz blogger falan. Sinirlenirim bende. Hiç gerek yok şimdi.

1 Nisan 2010 Perşembe

Anne Boleyn, she kept her tin.

Heyya.
Öncelikle belirtmeliyim ki, bu öylesine bir yazıdır. Yani çok sayın gizemli okuyucuma ithaf edeceğim yazı değil. Yine de bunu da okuyup, hoşuna gitmesini umarak, başlıyorum.

Son bir kaç haftadır elime geçen her kitabı okumaya başladım. Böyle yapmak pek yaramadı bana galiba, çok tuhaf şeyler düşünüyorum.
Neyse asıl yazmam gereken şeye gelirsek..

Nasıl bir hayat bu?
Yaşamaktan kasıt ne?
Doğuyoruz, büyüyoruz. Sonra okul başlıyor. Onu okuyoruz, bitiyor. Tam kurtulduk derken çalışma hayatı başlıyor. Bir de evlilik var tabii. Evleniyorsun, çocukların da oluyor, illa ki. Sonra onları büyütüyorsun, okula başlıyorlar, evleniyorlar... Kısır döngü. Ben böyle bir hayat istemiyorum. Yıllardır süregeldiği gibi yaşayıp, aynı şekilde ölmek istemiyorum.
Yatağımda, yanımda çok sevdiğim(?) kocamla mutlu bir şekilde ölmek istemiyorum.
Belki bir tepeden denize, sırf zevk için atlayarak ölmeliyim ben. Ya da çocuk büyüterek değil de, içimdeki hiç büyümemiş çocukla yaşamalıyım.
Ne için varım ben bu hayatta? Sıradan bir şekilde, yaşayıp ölmek için mi?
İstemiyorum.
Çok ünlü birisi olmalıyım ben. Herkes arkamdan konuşmalı, ama bana saygı duymalı. Arkamdan konuştuklarını bileyim. Bileyim ki onların hayatında aslında sürekli benden bahsederek, bana nasıl da imrendiklerini anlayayım. Benim yerimde olmak istediklerini bileyim.
Biliyorum ki bu hayatta istediklerini gerçekleştiremeyen insanlar, hayal ettiklerini yapan birini gördüklerinde onu izler ve onun hakkında konuşurlar. Seyirci olurlar ve kahramanın hikâyesini dinler, anlatırlar.
Ben seyirci olmayacağım.
Seyredileceğim.

29 Mart 2010 Pazartesi

Kırmızı Başlık o.O

Uzun zamandır şöyle adam gibi yazı yazmıyormuşum.
Burdan sana söz gizemli okuyucum, alıntı falan yapmadan, sana özel, uupuzun bir yazı yazacağım.
Bekle beni, dönüşüm harika olacak.

Kendimi çok havalı bir yazar gibi hissettim birden. Yea.

People always leave..

Özlemek.
Kimleri özlediğimi düşünüp duruyorum şu sıralarda. Kolayca silip atabildiğim insanlardan hangisini özledim? Benim sildiklerim mi yoksa, beni silenleri mi özledim ben?
Sildiğim sadece bir kişi vardı özlediğim. O'nu zaten tam anlamıyla unutmadığımı fark ettim. O yüzden sildiğim birini özlemiş sayılmam bu açıdan.
Gittiyse, tamamen, asla özledim diyemem. Demem. Gurur mu diyorlar buna bilmiyorum ama, diyemem işte. Ne kal diyebildim, ne de özledim. Git derim sadece, istiyorsan git. Ne diyebiliyorum ki ben zaten? Her şeye cesaret edebilirken, bunu söylemeye neden korkuyor dilim?
Şimdi söylesem bazı şeyleri çok mu geç olmuş olur? Çok zaman geçti üstünden. Seneye döndü mü aylar bilmiyorum. Yakınımda o hâlâ, elimi uzatsam dokunurum belki. Ama yapamam. Bu yüzden hep kaybederim, hep giderler.
Ama belki de bana da kal diyemediler. Deseler ben de kalır mıydım bıraktıklarımın yanında? Yoksa umrumda bile olmaz mıydı? Kalmazdım galiba. İşte bu yüzden ben kal diyemem. Bunu kaldıramam çünkü, yediremem kendime. O yüzden bırakırım gitsin.
Bunu yazmamın amacı, bir şeyleri kendime itiraf etmekti. Yazdığıma göre, unutabilirim bunu düşünmeyi.

28 Mart 2010 Pazar

Bazı şeyleri geri alamazsınız. Pişmansınızdır ama, yapmışsınızdır bir kere, kaçamazsınız. Kabuslarınız olur sizin sonra. Çığlıklara dönüşür, gözlerinizden akar.
Kaçamazsın kendinden. Kaçamıyorum.


Pek konuşası gelmiyor insanın bu resimden sonra.

25 Mart 2010 Perşembe

Dönüş yolundayım madem, gerek yok koşturmaya.

William Shakespeare.

If I were a queen...

Bazı insanlara o kadar sinir oluyorum ki. Hani şu "yaa yapmaaaağğğ" diye bağırırken, bakışlarıyla "devam etmeni istiyorum" diyenlerden mesela. Bu benim en yakın arkadaşlarımdan biriyse üstelik, beni daha çok çileden çıkarıyor.

Psikoloji dersi boştu bugün. Ama hemen birini gönderdiler. Edebiyat hocasıymış, sinir oldum.
"Benim dersimde bacak bacak üstüne atılmaz, bilmiyor musun?" dedi ve bir anda fark edip ekledi: "Aa pardon, sen benim öğrencim değildin tabi. Neyse, öğrenmiş oldun."
Çok sinirlendim. Ama kadın cevap vermeme fırsat vermeden herkese bağırmaya başladı. Ona buna sataşıyordu. Asıl bana takmıştı tabii. Özge'yle konuşup gülerken bize döndü ve; "Susun, öndekiler." dedi. Sonra da adımı sordu. Söyleyince de; "Bak ne güzel adın var, adına layık ol." dedi. Bu sabrımı taşıran son şey olmudu ve bacak bacak üstüne attım. "Madem öyle, kraliçeler istedikleri şeyleri yaparlar. Ben de yapacağım." dedim. Bir şey diyemedi.
Yazmam gereken çok şey var ama sinirliyim ve yazmayacağım.
Bu kadar.

19 Mart 2010 Cuma

Kızlar, evet.

-Maymundan geldik.
-Peki maymunu kim yaptı?
-O da denizden gelmiş. Tek hücrelilerden.
-Peki tek hücrelileri kim yaptı?
-Uzaydan meteorla düşmüşler.
-Peki o meteorun üzerinde nasıl oluştular?
-Uygun şartlardaki elementlerin birleşmesi ile.
-Peki elementleri kim yaptı?
-Uzayda vardılar zaten.
-Uzay nasıl oluştu?
-Büyük bir patlama ile yoktan var olup genişlemeye başladı.
-Peki, patlayan neydi? Onu oraya kim koydu, kim patlattı? Nasıl patladı? Veya boşluk nereden ortaya çıktı?

Sonsuz sayıda uzayabilecek bir soru dizisi halinde, varoluşun ilk aşamasına ulaşmaya çalışılabilir, ama soruların hiçbir zaman sonu gelmeyecektir. Ucu Tanrı'ya ulaşabilecek soruların sonunda bu kez de, "Tanrı nerden geldi?" sorusu ortaya çıkacaktır. Kızlara güvenmenin de bu kadar çözümsüz bir problem olduğunu ve asla sonu olmayan sorulara kaynak oluşturabileceğini düşünmektedirler.

-Bana güvenmelisin.
-Neden güvenmeliyim?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun?
-Çünkü yanında iyi hissediyorum, mutluyum, güvende hissediyorum.
-Bir gün düşüversem ve bir an zayıf kalsam, seni koruyamayacak durumda olsam, beni sevmeyeceksin demek ki.
-Severim.
-Bunu yaşamadan bilemeyiz öyle değil mi?
-Sözüme güvenmiyor musun?
-Çünkü seni seviyorum.
-Neden seviyorsun? ...



*Alıntıdır.

16 Mart 2010 Salı

Baska turlu sevmek..

Ben sevmeyı degıl sevılmeyı sevıyormusum. Dogru galıba. Evet.

7 Mart 2010 Pazar

Dün, yarın devam ederim dedim ama yazamayacağım herhalde.
Çökmüş durumdayım.
Hıhı

6 Mart 2010 Cumartesi

It's a beautiful day.

Başlıktan da anlaşılacağı gibi, bugün güzel bir gündü. -Dinleyiniz: U2 - Beautiful Day.-
Anlatmaya en başından başlayalım mı?

Sabahın köründe uyandım. Güne kötü başlamış oldum böylece. Neyse ama, en azından kabus görmüyorum artık.
Televizyondu, kahvaltıydı derken 1 saat geçti. Ve ben hâlâ ne giyeceğimi bilmiyordum. Büyük zorluklarla dolabımın karşısına geçtim ve bir kaç dakika öylece baktım. Ve yine bir kaç dakika sonra, yatağımın üstü denenmesi gereken kıyafetlerle dolmuştu. Hiç abartısız tam 1 saat sonra ne giyeceğime karar verdim ve hazırlandım. Saçtı makyajdı derken, yarım saat de öyle gitti. Sonunda hazır hale gelip, evden çıktım.
İlk defa bir yere geç gidip birini bekletmedim. Bu günü tarihe yazın, bu bir ilk gerçekten.
5-8 dk kadar bekledikten sonra, nihayet Sinem göründü. Onu bu miyop gözlerle bile tanıdım. Büyük başarı!
İlk durak Starbucks oldu. Kendimize birer karamelli frappuccino söyledikten sonra, onları beklemeye başladık. Derken yanımızda iki tane "adam" belirdi. Onlar da bir şeyi bekliyorlardı. Biz Sinem'le kafasına tüm jöle kutusunu boşaltmış olan çocuğa gülerken, adını hatırlayamadığım adam bize bakıp sırıttı (Adamın adını nerden mi biliyorum? Çünkü jöle kafa, yanı başında olan adamın adını 4 kez bağırarak söylemişti.) ve "güzel kızlar da bekliyo burda" dedi. Bizim suratlarımız ifadesizleşti ve adamın yüzüne " o.o " şeklinde baktık. Sonra Sinem kıkırdamaya başlayınca ben de kendimi tutamadım ve gülmeye başladım. Aslında o anda adamın kahvelerini başından aşağı dökmem gerekirdi ama, Sinem'le 1 sene sonra görüşmüş olmanın verdiği mayışık his gülmemi sağlıyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladığında bu kadar gülmemin mantık dışı olduğunu kavrayıp sustum. Frappuccinolar da verilince koltuklara gömüldük.
O 1 senenin bizi hiç değiştirmediğini -birbirimize karşı- asıl o zaman fark ettim. 9 senedir nasılsak, şimdi de öyleyiz. 10. yılda da.
Her neyse, biz her zamanki gibi yüksek sesli bir şekilde gülerken yandaki masaya iki japon kadın oturdu. Onlara"konichiwa" demek için çıldırıyordum. Bu gördüğüm her japona & çinliye demek istediğim bir şeydi. Elimde değil.
Sonra gezdik baya. D&R falan. Bi' ara Kişisel Gelişim bölümündeki kitaplara bile baktım o.o Lan Gençlik diye yazmışlar bi' bölümün başına. Hepsi çocuk kitabı. Heidi falan vardı apmgf.

Neyse uykum geldi benim. Yarın devam ederim artık. Güzel gün *-*

5 Mart 2010 Cuma

Hoş Bir Deney.

Yapılan bir deneyde bir kaç gün karşı cinsten uzak kalmış erkek fareler kullanılmıştır. Erkek fareler dişi fareye yaklaştıkça kuvvetli elektrik şokuna maruz bırakılmışlardır. Bir kaç tekrardan sonra erkek farelere şok verilmemesine rağmen, dişi fareden kaçtıkları görülmüştür.

İşte bunu sevdim.

1 Mart 2010 Pazartesi

Fark ettiğim çok şey var.
Ve ben bugün çok ağladım-çok.
Birazdan yazmam gerek. Kalbim rahatlamadı. Ama buraya değil, hayır.

#Gidiş güzeldi. [Özellikle de içeri giriş, Tanrım! *-*]
#Film güzeldi.
#Çıkış güzeldi.
#Kantinde karşıya bakıp şoka girmek güzeldi.
#Sayın Anders'la bir şeyleri paylaşmak güzeldi.
#Ağlayıp rahatlamak güzeldi.
#Yazmak güzel olacak.

28 Şubat 2010 Pazar

Geçmişten birilerini yeniden soktum hayatıma. Bazılarınıysa iyice gömdüm. Çıkmasınlar karşıma diye, yarınımda.

26 Şubat 2010 Cuma

Sinir~

Merhaba falan fiso.
Nasıl bir ruh hali içindeyim belli değil. Sinirden gerilmiş durumdayım, kediye benzedim tırnaklarımı geçirecek adam arıyorum. [Kedi - Ben ? o.o ]
Sakinim - sakinleştim. HIM! İyi geldi. ~Babe i'll be a flatliner for a heartkiller.
Artık düzgünce yazmaya başlayalım mı?

Çok sıkıcı ve sıradan bir hafta geçirdim. Yani, hemen hemen sıradan desem daha doğru. Mesela dün, servisin tekerleğinin patlaması nedeniyle okula taksiyle gittik. Gittik diyorum, 10 kişi 2 takside. Nasıl sığdık bi' düşün. Rebi moronuyla Ecem tuhafının kucağına oturmak zorunda kaldım. Zaman kötü kolla götü diye mi ne bi' laf vardı da, yapamadık n'apalım.
Daha berbat nasıl yazabilirim? Kullandığım şu dile bir bak! Hiç sevmedim.

Yarın o da mı gelecek? Gelsin mi? Gelme.

Yine sinirlendim. Bu Facebook bana ve sinirlerime iyi gelmiyor. Anlaşıldı.

Yazı yazamıyorum. Biraz okumakta fayda var. Ölü ruhum uyansın. Trigonometrik sadeleştirme yaşadı.

Küs olduğum herkesle barışıyorum. Yani sadece istediklerimle. Hoş değil mi? Ben artık özgürüm çünkü. Kimse kısıtlayamaz. İstediğimle olurum, nokta.


Ruh Hali Müziği : HIM - Beautiful.

20 Şubat 2010 Cumartesi


Masumluğunu kaybedeli çok oldu aşk.
Sadece çıkarlar konuştuyor şimdi sevenleri. Aşk yok..
Sahtelik bürüdü her yeri bak. Herkes bir maske takıp çıkıyor sahneye. Yüzüne kondurulmuş donuk, gerçek olmayan bir gülümseme ..





~Çok eski.

16 Şubat 2010 Salı

Time to say goodbye.

Ben artık özgürüm.
Mutluyum.
Belki de ihtiyacım olan tek şey buydu.
Ve artık oldu.

14 Şubat 2010 Pazar

Ruby Ruby Ruby Ruby - Know what your doing, doing to me?

Hey.
Değişikliklerimle yeniden karşındayım blog. Yeni bir isim, yeni bir saç, yeni bir ben.
Bazı insanlar umrumda olmamasına rağmen, hâlâ onlara değer veriyormuş gibi gözükmek çok sinir bozucu. Hayır, onu üzdüğümden değil. Ben çok sıkıldım ve kendime karşı rol yapmak midemi bulandırıyor artık.
Uyku problemlerim var, geceleri uyuyamıyorum. Sabahları da uyanmak zor geliyor.
Dün gece çok saçma bir şey yaşadım. Uyuyordum, uyandım. Evet, buraya kadar her şey normal. Ama birden doğrulup kendi kendime konuşmaya başladım ve ardından bir küfür savurup yattım. Başım yastığa değdiği an uyumuşum o.o
Artık kendimden şüpheleniyorum. Ne tuhaf bir insan oldum çıktım ben böyle sdfghjk.
Sinem gizemli şeyler yazdığımı söyledi. Nasıl yani merak ettim o.o
Telefonumun şarjı bitti -.-
Ve şarj aletimi bulamıyorum -.-
Ha, şarj demişken. Şarjı şarz diye okuyanlardan nefret ediyorum.
Bütün perdeleri kapatıp, odanın kapısını da kapatıp, karanlıkta -ya da loş bir ışıkta- blog yazmayı seviyorum.
Telefonda konuşurken bana bir haller oluyor. Götümün üstüne oturamıyorum kesinlikle. Ya ayakta bir o yana bir bu yana gezinmeliyim ya da uzanıp ayaklarımı duvara yaslamalıyım vs. Aksi taktirde bacaklarım harekete geçiyor o.o
Bu ne biçim bir hafta sonu blog? Çok sıkıcı bir kere. Sıcak bir de. Bütün gün laptopın başında olmak da ayrı bir işkence ama başka ne yapabilirim ki? Otur ders çalış falan demeyeceksin herhalde? Desen de yapmam çünkü, sanane hıh.
Kalemlerim bitti. Sinir -.- Hemen çıkıp almam lazım.
Bi dk. Şarjı taktım kafaya. Bulmam lazım.

Buldum! Ah Tanrım, neyse ki!
Hemen taktım telefonceyizimi şarja. Ben meşgul bir insanım yani, ararlar ulaşamazlar, üzülürler.
Bugün çok saçmaladım, onu fark ettim. Ama yazdıkça yazasım geliyor, bu iyi bir durum. Çenemin düşmesini seviyorum.

Bu ne miskinlik, bu ne üşengeçlik. Susadım ama kalkıp gitmeye üşeniyorum. Şimdi burdan kalkacağım da, mutfağa gideceğim de, bozdolabını açıp soğuk suyu alıp bardağa döküp içeceğim de.. Hiç yani hiç.

Şarkı söyleyelim mi? Hadi gençler! asdfghjkl

Sıkıldım ben. Yazmak istemiyorum artık.
Görüşürüz sonra. Beelki.

Dinleyiniz : Kaiser Chiefs - Ruby.

12 Şubat 2010 Cuma

And every, everything isn't only.

Önemli bir karar aldım. Tek sorun uygulamakta. Ve o olduğunda...
Tamamen özgürüm.

29 Ocak 2010 Cuma

Nefes Bile Almadan ..

Bu ilkti...
İlk, en yakın..
Sıcaklığını hissettiğim belki de en gerçek andı bu.
Kalp atışlarını duyuyorum ..
Göz bebeklerin titriyor karşımda. Kirpiklerin ok olmuş, kalbime saplanıyor.
Karşımdasın ..
Hiç bu kadar yakın olmamıştık. Sanki içimdesin.
Dudakların kurumuş , görüyorum. Pul pul olmuş, diken gibi ayakta duruyorlar.
Biraz daha yaklaşsam sana, hayat verebilirim sanki onlara, öpücüğümle. Ama yapmıyorum. Yapamıyorum. Yakınımdasın ama uzaksın çünkü. Cesaret edemiyorum sana dokunmaya, dokunulmazımsın ..
Gözlerin daha önce hiç bu kadar uzaklara dalmamıştı. Görmüyor gibisin beni ..
Söylemek istediklerim, bir yumru olup takılıyor boğazıma. Konuşamıyorum karşında, nefesim kesiliyor. Bakıyorum sadece sana, n e f e s b i l e a l m a d a n ..
Kalbim benden uzaklaşmış, yüzüne odaklanmış. Her bir noktanı ezberliyor sanki. Duyuyorum kalbimin sesini, adını fısıldıyor. Hayran sana o, kim ne derse desin, vazgeçmiyor.
Baksana .. Görsene beni, bakışlarındayım. Bakışlarının tam ucundayım.
Nefesindeyim ..
Nefesimdesin ..
Bakıyorum sana, sonsuz gibi sanki o an. Bitmiyor. Dondu her şey, sadece sen varsın. Bakışların var. Güzelliğin var. Kimseye değil, bana ait. Ama bilmiyorsun ..
Seninleyim ben, yanındayım. N e f e s b i l e a l m a d a n ..

B'

25 Ocak 2010 Pazartesi


Şu görüntü var ya..
Ben buna asla sahip olamayacağım. Asla.

15 Ocak 2010 Cuma

MySuperSweetSixteen.




Dün doğum günümdü. Hıı evet, 16 oldum. Nihayet. Büyüyoruz işte, ehe.

Kutladı bi' sürü kişi falan, güzeldi. Okulda partimsi bir şey yaptık. Pasta aldı Şeyma. Maytap falan da yaktık böyle. Hocalar büyümüş gözlerle bize bakıyordu. Hepsi de pastamdan bir lokma da olsa yedi. Aç gözlüler.

Amaaaaa! Kim öptü beni kim kim biliyor musunuz? Gürkan Hoca. Kendisi en genç beden eğitimi öğretmeni olmakla beraber, son derece taş bir varlıktır. Yeşil gözleri, esmer kaslı bir vücudu vardır. Doğum günüm olduğunu öğrenince yanıma geldi, elimi tuttu şaşırdım önce. Ama hemen şaşırmaktan vazgeçip ben de onun elini sıktım. Eğildi öptü yanaklarımdan -yıkamayacaktım yüzümü aslında ama pis diye bi' daha öpmez belki diye yıkadım- ve sarıldı. Ay ay milleti görecektiniz. Kızların hepsi çatlıyor tabi, bi' ara bir arkadaşım bugün benim de doğum günüm dedi ama öpmedi onu. Oy.

Çok hızlı gelişen olaylar oldu. Bu bir hafta içinde bazı insanların gerçek yüzünü gördüm, iyi oldu. Artık şüphem yok.

Bu arada üç günlük bir ilişkim oldu. Çok şükür bitti.

Neyse. Böyle işte.

Mutlu yıllar bana.